29 Ekim 2012 Pazartesi

Hayalimdeki Aşk Ruby Sparks


2 Kasımda vizyonda olacak bir filmmiş, ama nete çok önceden düştü, az önce izleme fırsatım oldu; film sıradan romantik bir film gibi dursa da, kurgusu çok farklı ve insanı sürekli düşünmeye itiyor. Bu açıdan bakınca filmi sıkılmadan izlediğimi söylemeliyim.

Konusu; "Calvin genç yaşında büyük başarı elde etmiş ama hızlı yükselen kariyerinde şimdi duraklama evresine giren bir yazardır; sanki ilhamı tutulmuştur. Bu durumla başa çıkmak içinse ilginç bir yol dener. Kendini yeni bir romansın içine sokmaya karar verir ve kendisini seveceğini düşündüğü bir dişi karakter yaratır, ve adını Ruby koyar. Fakat bir hafta sonra Ruby kanlı canlı salondaki kanepede oturuyordur! Calvin kelimelerinin nefes alan bir canlıya dönüştüğünü görünce ne yapacağını şaşırır..."

Buraya kadarki kısım sanırım filmin ilk 10-15 dakikalık bölümünde oluyor, sonrasında Calvin Ruby hakkında yazmayı bırakıp onunla mutlu-mesut yaşamaya başlar, ta ki ilişkileri çıkmaza girip Ruby'i kaybetme noktasına gelene kadar...

Calvin ilişkilerini yazarak düzeltmeye devam ederken aslında aradığı mutluluğun bu olmadığını fark eder, Ruby'nin kahkalarının hangisinin gerçek olduğunu anlayamaz ve sonunda Ruby'i (yine yazarak) özgür bırakır...

Film, bir karakter yaratmanın, onunla yaşamanın, her yanlışında onu düzeltmeye çalışmanın ne kadar zor olduğunu, insanların bizim istediğimiz gibi olmalarının imkansız olduğunu ve kadınların ne şekilde olursa olsun kontrol edilemeyeceğini anlatıyor... 

Boş zamanlarda yada uyku öncesi ya da arkadaş ortamında dedikodu altında izlemelik bir film...

Puanları; Imdb: 7.3/10, de sinemalar;7.2/10 d ve fiLmmaniA;7.5/10

27 Ekim 2012 Cumartesi

"Flypaper" bir banka soygunu


"Çifte soygun" filmde sürprizleri sevenler için süper bir film. Başlarda klasik bir banka soygunu gibi görünürken zamanla traji-komik bir halan soygun sonlarda izleyiciyi şaşırtarak beğeni toplar diye düşünüyorum. Ben keyifle izledim, konusu; birbirinden habersiz iki çete aynı anda aynı saatte bankayı soymaya gelir, çetenin biri tam teçhizatlı oldukça profosyonelken diğerleri olabilecek en şapşal soyguncular, ama bir o kadar da eğlenceliler. Üstelik rehineler arasında kafası bir bilgisayar hızında çalışan anormal bir tip vardır. İki çete arasında ara buluculuk yapmaya çalışan dahi çocuk bir yandan banka görevlilerini ve diğer rehineleri korumaya çalışır bir yandan da durmadan onları gözlemleyerek olaydan nasıl kurtulacaklarını hesaplar. İki çetenin tek ortak noktası ellerindeki rehinelerdir. Bankayı ve rehineleri paylaşmaya karar verirler ve komedi o zaman başlar, iyi bir anınızda izleyin bayağı güleceksiniz ;)
Imdb:6.3
sinemalar:7.7
fiLmmaniA:7.5

bir iyi "Warrior", bir de kötü "Killer Joe"

Önce iyi olan film;

Warrior aksiyon/dram türünde bence başyapıt kalitesinde. Son dönemde izlediğim en duygusal vurdulu-kırdılı filmdi...
2011 yapım yılı, ancak sinemalarda gördüğümü hatırlamıyorum, sinema sektöründe işler nasılyürüyor açıkcası bilmiyorum, bazen vizyona girmemiş bir filmi nette bulup izleyebiliyorsunuz ki genelde yapım yılına bakmadığım için aynı filmi daha sonra sinemalarda görünce şaşırmıyor değilim.
Filmin konusu kısaca şöyle; savaş kahramanı bir genç, savaşta ölen arkadaşının karısına yardımcı olabilmek için "sparta" adı verilen bir turnuvaya katılır. Turnuvaya hazırlanırken de arasının çok kötü olduğu eski ayyaş şimdiki "model baba" dan yardım ister. Ama turnuvaya katılan diğer 15 kişiden başka biri daha vardı ki bizim savaş kahramanı için oldukça özel biridir. Burda kim olduğundan yada onun dramından bahsetmeyim, izleyip görün en iyisi. Film sürprizlerle dolu değil, konuyu en başta anlıyorsunuz ve olayların akışını bekliyorsunuz. Filmi etkileyici yapan oyuncuların performanslarının yanı sıra filmin işlenişi, akışı. Filmdeki her detayı sevdim. Sporcuların ringe çıkarken çalmasını istedikleri müzikleride sevdim, bazılarının hiçbirşey çaldırmamasını da, çünkü filmde çizilen karakterlerle o kadar iyi yakalanmış bir detaydı ki...
Başrolde Tom Hardy, Joel Edgerton ve Nick Nolte var, hepsi birbirinden iyiydi...
Imdb: 8.2
bense 9.0 verirdim...

şimdi sırada kötü olan "katil joe"

Imdb: 7.5
Sinemalar: 7.7
biri bana filmin ne kadar bu kadar yüksek puan aldığını açıklayabilir mi, çünkü ben az sonra 4 puan vereceğim. Filmde verilmek istenen çok ulvi bir mesaj vardı da ben mi anlamadım bilmiyorum, yada 7'nin üstünde puan vermeyi gerektirebilecek filde neyi kaçırdım çok merak ediyorum.
Konusu şöyle; Chris denen çocuğun acil paraya istiyacı vardır, sevilmeyen üvey anneninde yüklü miktarda hayat sigortası var. Eee ölse kimsenin üzülmeyeceği anneyi Joe gel öldür derler. Bayağı kısa oldu ama olay bu. Sonrasında Joe işten önce parasını nakit isteyince işler karışır. Önce Chris'in salak kızkardeşini ( en altta kızın resmi var, üşenmeyin bi bakın, harbi salak yaa, bu kızla çekilen erotik sahneler bana gerilim sahnesi gibi geldi, çok rahatsız oldum) rehin alır ama ne rehin almak, Joe'daki sapık ruh bizim eski gazozlu Türk filmlerinde yok! Joe el koyduğu salak kız kardeşe zamanlar aşık oluyormuş ki ben bu kısmını filmin konusu filmi izledikten sonra okuduğum sitelerden biliyorum. Matthew McConaughey (Joe) yukarda altını çizdiğim salak kızla erotik sahnelerinde o kadar başarılı ki bütün hareketlerinin sapıklığından ileri geldiğini sandım, meğer adam kıza aşıkmışmış. Neyse konusunu, türünü, amacını bir türlü anlayamadığım bu filmi tavsiye etmemekle birlikte, eğerki izlemeyi düşünüyorsanız  aile ve çok samimi olmadığınız arkadaş ortamında izlememenizi tavsiye ediyorum ;)

19 Ekim 2012 Cuma

Yeni Görev=Yeni Dizi- NİKİTA, Yeni Kitap-INCARCERON

Her göreve gidişimde yanımda en az bir sezon izlediğim ya da izlemeyi düşündüğüm dizi götürüyorum, bir de mutlaka bir kitap. Eğer diziyi seversem genelde kitabın tek sayfasını çevirmeden dönerim, diziyi sevmezsem de kitap biter dönene kadar... Bunun pek çok neeni var;

1. Göreve gittiğim arkadaşlarım kafa dengi değil.

2. Otel dışında geçirdiğim her dakika bana pahalıya patlar, alışverişte otokontrol denen şey malesef bende yok.

3. Karanlıkta dışarda olamamak gibi bir sıkıntım var. Gündüz insanıyım ben. Dün akşam annem beni aradığında saat max 19'du ve bu yaşımda annemden nerdesin bu saatte, neden otelinde değilsin diye fırça yedim. Bu durum nasıl içime işlemiş ki annem aramadan önce hava karardığı için kendimi suçlu hissetmeye başlamıştım bile...

4. Dizi-film ne olursa, izlemeyi seviyorum...

Bu iş gezisinin dizisi: NİKİTA...

(Nikitadan sonraki nokta felaket habercisiymiş meğer, noktayı koydum ve önümdeki bir bardak nescafeyi evraklarımın ve blog yazımın üstüne devirdim... Odada yalnızdım ve laptopum şansıma yanımda değildi,eski usul kağıt parçalarına yazıyordum, olan sadece birkaç evrakıma oldu...)

Evet NİKİTA... 1.sezon 18.bölümdeyim ve kısaca konusu "Nikita, bundan altı yıl önce bir polis memurunun ölümünden sorumlu tutularak hakkında idam hükmü verilmiş genç bir kadındır. Ölüme doğru gittiğine inanırken, Division adıyla tanınan Amerikan gizli servis birimi, Nikita'ya yeni bir şans verdiklerine ve onu ölümden kurtardıkları takdirde ülkesine hizmet vereceğine inandırıyorlar. 
Fakat Nikita’dan sakladıkları en önemli nokta, onu bundan sonra üstün nitelikli bir ajan ve suikastçı olarak yetiştirecekleridir. Zira Division bünyesine aldığı insanları, mükemmel birer katile dönüştüren ve çok sıkı kuralları olan bir birimdir. Fakat Nikita hapsolduğu bu çemberde kurallardan birisini yerle bir edip bir sivile âşık olur ve sevdiği adamla normal insanlar gibi bir hayat yaşamak ister. Her türlü işleyişini bildiği Division bu duruma elbette izin vermez ve Nikita'nın sevgilisiini infaz eder. Sevdği elinden alınan her insan gibi kin ve nefretle dolan Nikita kimsenin başaramadığını başarıp, Division'dan kaçayı başarır. Üç yıl boyunca saklandıktan sonra artık intikam için geri dönen Nikita, birime bağlı yetiştirilen acemilerden Alex'i de kendi yanına çekerek büyük bir savaşın içine girer... "

Nikita konusundan da anlaşılacağı gibi aksiyonun bol olduğu, bu tarz casusluk dizilerinden hoşlananlar için süper bir dizi. Dizide Alex denen bir başrol var ki Alex demişken Allah için güzel kız;
en az nikita kadar iyi, bir de kötü kalpli kadın varki Amanda var, en iyi kötü kadın dalında oscar alır, o ne entrikalı bakışlar...Amanda da dizinin olmazsa olmazı bence... 

Bu tarz dizilerde konular birbirine çok yakın oluyor, bunuda detaylı incelersek birçok diziyle ortak noktalarını bulabiliriz ama aksiyon dizi-filmlerinde, bence, bakılması gereken aksiyon sahnelerinin ne kadar hakkının verildiği, Nikita hakkını vermiş.

imdb puanı 7'nin, sinemalar puanı 8'in üstünde, fiLmmania puanı ise 8.5...



Yeni kitabım: INCARCERON...

Henüz birkaç sayfasını okuyabildim, ama ilk sayfaları bile çok heycan vericiydi. Kitap hakkında biraz araştırma yaptıktan sonra 2013'de filminin çekileceğini öğrendim ki bu beni daha çok heycanlandırdı... Başrolde ise bizim tiwilight kurtadam Taylor Lautner (Jacob) olacakmış...

Arrow - Yeni Dizi



Acaba yeni birşeyler bulabilirmiyim diye gezinirken bu diziye denk geldim, ilk bölümü 10 Ekim'de yayınlanmış, çevirisi anında yapılmış, ilk bölümünün puanları 9'un üstünde, yapımcısı sevdiğim birçok dizinin yapımcısı, ee daha ne olsun! Birde başrolde boool kaslı bir arkadaş var ki, Oliver Queen rolünde Stephen Amell...
"Konusu:Milyarder bir çapkın olan Oliver Queen korkunç bir deniz kazasından sonra hayatında yeni bir sayfa açar. Beş yıl boyunca bulunamayan ve öldüğü zannedilen Oliver sonunda Büyük Okyanus'un ortasındaki tropik bir adada bulunur. Oliver Starling City'e, evine geri döner. Kendisini karşılayan annesi Moira, kız kardeşi Thea ve en iyi dostu Tommy Oliver'ın son beş sene içinde yaşadığı şeyler yüzünden çok değiştiğini fark ederler.
Birçok süper kahraman gibi Oliver da dönüştüğü adamı insanlardan saklamak ister ama bir taraftan da eskiden işlediği günahların bedelini ödemeye de kararlıdır. Bu nedenle suçlularla mücadele etmek ve şehrin eski ününe kavuşmasını sağlamak için gizli Arrow kişiliğini yaratır.
Ancak Arrow'un yetkisi olmadan düzeni korumaya çalışırken kullandığı yöntemler bazılarının canını sıkmaktadır. Detektif Quentin Lance'in en büyük dileği (Oliver'ın eski kız arkadaşı Laurel'in babası) Arrow'u yakalamaktır. Bir süre sonra Oliver'ın dönüşünden çevresindeki bazı insanların memnun olmadığı da anlaşılır... Oliver'ın annesi Moira'nın oğlunun geçirdiği deniz kazasıyla ilgili daha çok şey biliyordur..."

İkinci bölümünü izledim, üçüncüsünü izlemeyi düşünmüyorum arkadaşlar, bi sitede biri şöyle demişti "başarısız bir ergen dizisi"... Aynen katılıyorum... Dövüş sahneleri berbat, konu tek bir adamın üstünden akıyor, beklentimin çok çok altında kaldı...tamamen zaman kaybı...

Puan bile vermiyorum, ama siz ya ben bu dizi için iyi şeyler duymuştum izleyektim, ama tüm şevkim kırıldı diyorsanız, bana küfretmeyin ve yinede yüksek olan sinemalar ve imdb puanlarına bir bakın ve sonra birkaç bölüm izleyin,karar sizin ;)

geçenlerde bir günüm..


Şarkımız

İnsanları gözlemlemek gibi garip huylarım olduğunu itiraf etmeliyim sanırım... Yani herkes yapıyordur bunu ama benim kadar sık değil... 

Bu çok eski bir alışkanlık bende. Lisedeyken arkadaşlarıma "aklına gelen ilk renk ne? ilk somut şey ne?" gibi garip sorular yapardım, aldığım cevapları bir tabloda birleştirir, arkadaşlarımın ruh hallerini, ailelerinde sorun olup olmadığını, sakladıkları duyguları, korkularını öğrenirdim. Bu beni birçok arkadaşımdan farklı yapardı. Beni hem severlerdi, hem de biraz benden çekinirlerdi. Ne zaman sıkıntılı bir döneme girseler, sınavdan düşük alsalar, sevgilileri terk etse bana gelip dertleşmek isterlerdi. Onlar anlatabildikleri kadarını anlatır ben daha fazlasını anlardım...

Bazen olmadık bir yerde, olmadık bir zamanda ağlamaya başlardım, kimse ne olduğunu anlamazdı, bense içindeki kinden, nefretten kimseye bahsedemezdim.. Zaten biri ne zaman "neden ağlıyosun?" dese ben daha çok ağlardım. Bazen yakın arkadaşım beni rehberlik sınıfına götürür ve sakinleşene kadar gelme derdi. Sakinleşmek mi? Benim için öyle bir şey mümkün değil ki! içimdeki acıyla sakinleşememki....

Bir dakika nerden geldim ben bu konuya; size başka bir şeyden bahsedecektim. Ahh, evet insanları gözlemlemek....

Şu an şehir dışında görevdeyim. İçinde yer aldığım, ama bir parçası gibi hissetmediğim bir grupla mesai yapıyorum. Sanırım 20-25 kişi filanız. Bu görevde benim işim ne-nasıl-neden gibi sorulara cevap bulmak, sistemi daha iyi tanımak. Birbirinin yüzüne gülen bu grupta samimileri de çok iyi görüyorum sinsileride, evdeki problemlerini yansıtmamaya çalışanları da karısına tapanları da, emekli olup evde oturmak istemeyenleri de meslek hayatının başında tükenenleri de... Her şey o kadar açık ki... Bense, en iyi maskemle burdayım... Buna rağmen acaba benim içinde benzer şeyleri düşünen biri varmı burda?

Koca bir salona açılan küçük cam odada onları izliyorum, konuşmalarını dinliyorum. İşle ilgilenmediğimi, kaytardığımı düşünen bakışlara aldırmadan yazıyorum. Onlara gülümsüyorum... Bazen gelip hatrımı soruyorlar, orda üşüyorum burası daha iyi deyip oturduğum yerden kıpırdamıyorum...

Biri test ediyor, biri test ediliyor. Test edilen gergin, test eden kendinden emin, açık yakaladığında affetmiyor, benim işimi yapıyor aslında, ee bunun için para alıyor, gidip ona yardım etmeyi düşünmüyorum...

Muhabbet arayan bir tip gelip iç dünyamdan çıkarmaya çalışıyor beni, kısa cevaplarla geçiştiremeyeceğim sanırım. Adam mesajı almadı... Ah birde durmadan çalan telefon var, hemen yanımda duruyor, açmıyorum... Muhabbet arayan adam nihayet bir işe yaradı, telefonlara cevap vermek...

9 Ekim 2012 Salı

Yargıç Dredd

Şuan vizyonda, konusu:"Dünyanın Atom Çağı'na girdiği karanlık bir gelecekte, bildiğimiz şehirler yok olmuş ve insanlar yüz binlerce nüfuslu megapollerde yaşamaya başlamıştır. Suça karşı zerre kadar acıması olmayan polis güçleri, suçlu potansiyali gördükleri her insanı acımasızca cezalandırmaktadır. Polis şimdi hem jüri, hem yargıç hem de cellattır. Bu Yargıçların en namlısı ise, Dredd'dir. BaşYargıç'tan bir gün Dredd’e, önemli bir görev verir: Cassandra Anderson isimle yeni bir Yargıç adayı eğitim için göreve çıkartılacaktır. Dredd ve Cassandra dönemin en güçlü çetelerinden Ma-Ma'nın yönettiği dev Peach Trees Binası’ndaki bir cinayeti araştırmaya giderler. Fakat 200 katlı ve her yanının çete üyeleriyle sarıldığı bu binadan canlı çıkmaları mümkün olacak mıdır?"

3D bir film güya ama çok vasat, 3D sahnesi çok azdı, ya da öyle sahnelere koymuşlar ki "bakın işte 3D sahne koyduk, işte bu" demek için gibiydi. Hiç beğenmedim. Sıradan bir aksiyon. Kurgu tam oturmamış. 


Filmde sadece kötü kadın Lena Headey'i beğendim,kadının bakışlarını bile sevdim, oyunculuğu çok iyiydi... Diğerleri hakkında birşey söyleyemiycem, çünkü sarı kız çok sümsüktü, yargıç dredd'inde sadece dudakları görünüyordu, adam film sonunda bile kaskını çıkarmadı, film boyunca egzotik bir tondan konuşdu durdu, başka bişey yok...

Filmin puanları bence abartı:
Sinemalar:9.1/10 
Imdb:7.7/10 
fiLmmaniA:5.5/10 

Şeytan Ruhlu İnsanlar

Orjinal adı: Les Diaboliques.
Oyuncuları:Paul MeurisseMichel SerraultSimone Signoret,
1955 Fransa yapımı bir film. Şimdilik benim izlediğim en eski film.Daha önce ne bu kadar eski bir film izledim ne de siyah-beyaz. Aslında film griydi diye yemin etsem başım ağrımaz... Ön yargılı olarak başladığım (ben hiç siyah-beyaz eski bir film izlemedim demek için izlemeye başladım) film sonunda beni çok farklı duygular içinde bıraktı, şaşkınlığımı itiraf etmeliyim. Fransız filmlerinin amerikan filmlerine esin kaynağı olduğunu hiç düşünmemiştim, düşünemezdim. Filmin konusu gerilimdi, hiç ummasamda ben bayağı gerildim. Filmi kesin yarıda bırakırım diye düşünüyordum ama izledikçe merakım arttı ve filmin büyük kısmında sonunu tahmin edemedim, ya da daha doğrusu filmin akışı baştaki tahminlerinizi size unutturuyor diyelim...

Filmin konusu kısaca şöyle;"Karısına ait olan bir okulun yöneticiliğini yapan Michel Delassalle tam anlamıyla çekilmez bir karakterdir. Karısı da dahil çevresindeki herkese türlü zalimlikler yapan Delassalle’nin okuldaki öğretmenlerden biriyle gizli bir ilişkisi vardır ve sevgilisine de aynı ölçüde kötü davranmaktadır. Bu gizli ilişki açığa çıktığında iki kadın da bu adama karşı duydukları nefret sayesinde ortak bir noktada buluşurlar. Bu huysuz adamdan intikam almaya karar veren iki kadın kusursuz bir cinayet planı yapıp uygularlar. Ancak her şey yolunda gitse de kimsenin anlam veremediği gizemli bir olay meydana gelir ve işler karışır."

Başroldeki adam tam bir piç tip, yakışıklı mı? Hayır, ama hatunların ikiside çok hoş, o dönemde jön sıkıntısı varmış sanırım. Oyunculuklara gelince hemen hepsi iyiydi. Adamın karısının filmin sonlarına doğru gerilimli bir sahnesi vardı, çok amatördü, kadın güya korkuyor, hızlıhızlı nefes alıp veriyor, gögsü hızla inip kalkıyor ve tırsa tırsa yürüyor, "amaaaan kalk git bacım ben bile daha iyi oynardım" dedim mi, evet dedim :P

Film türleri içinde yapıldığı yıl dikkate alınırsa başyapıt niteliğinde, nedeni şimdiki filmlere bakınca hep ondan izler taşıdığını farketmem, yani hep aynı şeylerle korkutmuyorlar mı bizi, illa biri ölmüştür ve onu sadece bir çocuk görmüştür, ama kimse çocuğa inanmaz, ya da gece yarısı uyanan saf kız koridorda tırsa tırsa yürür ve heran arkadan birşey çıkacak diye hepimiz gerilmedik mi... gibi gibi şeyler...

Filmin puanları çok iyi, bencede hak ediyor;
Sinemalar puanı:8.1/10 
Imdb puanı:8.3/10 
ve tabiki benim puanım:8.0/10 

6 Ekim 2012 Cumartesi

Bütün Mekanların İçine Ettik!

Aslında postun başlığında geceyi özetlemiştim ama azcık detay versem belkide postum sıkıcı olmaktan kurtulur. Gece şöyle başladı efenim; önce yarın evine ziyarete gideceğimiz arkadaşımız için hediye almak üzere 2 arkadaş işten 1.5 saat erken çıktık. Hediyemizi almak üzere daha önceden belirlediğimiz şık bir yere (mekan1) gittik, yaklaşık yarım saat dükkanın içinde dolaşıp, önünden üç kere geçtiğimiz duvar aynasını, kandilleri ve resim çerçevesini almaya karar verdik. Hediye paketi, ödeme işlemleri vs hallettik ve ben bu ilk mekanın içine etmek konusunda karşı konulmaz bir istek duysam da sıkmaya karar verdim...

Sonra işten çıkıp bizimle buluşacak arkadaşlarımızı beklemek üzere bir cafe bulmaya karar verdik ve bayağı dolaştıktan sonra bir yerde karar verdik, aslında bu zorunlu bir tercihti çünkü hem yorulmuştuk hem de ben sıkmayı bırakıp salma evresine geçmek üzereydim. Neyse mekan2'nin içine ettikten sonra sipariş vermemiz gerektiğini fark edip, ayıp olmasın diye birer bişiler söyledik (burda iyi niyetimiz tavan) ve arkadaşlarımız gelince de kalktık....

Kalabalık bir şekilde mekan3'e geldik. Yemek yedik, içtik, içtik, içtik ve 2-3 saat içinde ikişer kez mekan3'ün içine ettik... Sonra içtiği yarayan bir arkadaşım icat bulmuş havasında "hadi karaoke bara gidelim!" dediğinde hepimiz yok ben söylemem dinlerim sadece diyerek yola düştük...

Mekan4 karaoke bar tıklım tıklım doluydu, kalabalığı yara yara ilerledik, karaokenin önüne kadar geldik ve neyle karşılaştık dersiniz! Aşçıbaşıyla! Karaoke ekranı tamda mutfak tazgahının üztünde! Bu kadar saçmalık olamaz... Adam çipil çipil bakıyor ordan, değil şarkı söylemek adımı sorsa unuturum. Hadi çıkalım dediğimde aramızdan birinin eksik olduğunu gördük, ne yapıyodu dersiniz? Mekan4'ün içine ediyordu!...

Yaptığı olaydan memnun, rahatlamış, hafiflemiş arkadaşımızı da ordan alıp yollara düştük. Bir süre amaçsızca dolaşıp kendimizebahçesi olan bir barda yer bulmaya çalıştık, ama nafile... En sonunda bir yer mekan5 bulduk, ve hemen oturduk. Menüler geldi, içkiler 25-30 liradan başlıyordu... Birbirimize kaş-göz işareti ile kendimizi kaldırıma zor attık. Sağ baştan saydık ama bu seferde başka biri eksikti! Başka bir arkadaşımız içerden kahkalarla çıktı, nerdeydin diye sormaya bile gerek yoktu; mekan5'in içine etmişti...

En iyisi tanıdık bir yere gitmek diyerek, mekan6'ya gittik, bu sefer sıra yine bana gelmişti. Ama artık gerine gerine wc'ye gidebilirdim çünkü siparişimizi vermiştik ve barın etinden sütünden faydalanmak bizim hakkımızdı değilmi ya... 

Saatler sonra mekan6'dan ayrıldık, eve dönüş yolunda arkadaşım eğlenceye devam etmek için evine davet etti ama bu kadar kısa bir sürede bir de mekan7'yi çekecek kafam kalmamıştı ve de artık evime gitmek zorundaydım çünkü ihale büyüktü...

4 Ekim 2012 Perşembe

Kral Endor'un Fermanı


Geçmişten bir Dönem seçip yeniden canlandıracağız. 
Değişim kaygısından uzak bir dünya yaratacağız! 
Cennet olacak!

2 Ekim 2012 Salı

Bugünüm...


Brooke Fraser - Something In The Water 

[üstnot:şarkıyı açın o bir köşede çalsın, videoyu izlemeyin, kız sizi korkutabilir, ihihi :) ]

Bu gün herzamankinden daha enerjik uyandım, saatimi sadece bir kez erteleme ile yataktan fırladım, eşimi şımartmak için sabah sabah patates kızarttım, ve bir özen süslenip püslendim. İşe yürüyerek gitmeyi düşündüm ama sonra aklıma elimdeki poşet geldi ve servise bindim, yürüsem daha hızlı varırdım sanırım. Sabah serviste yanımda oturan bayana günaydın dedim salak karı cevap verme zahmetine bile girmedi, kafasını cama çevirdi, la havle çekip kadının kafasını cama yapıştırmak geldi içimden ama yapmadım tabikide, ben şiddet hiiiç sevmem :) Neyse, yitirdiğim enerjimi yerine koymak için bende kulaklığımı taktım,müzik dinlemeye başladım. Normalde iki,en fazla üç şarkıda işe varmam lazım ama dinlediğim şarkı üç, dört, beş, altı oldu, biz yolu yarılamadık bile! Dışarda korna sesi, insan sesi, kafayı yememek elde değil, inip yürüsem diye düşünüyorum ama kapıları açmazki bizimkiler, yasakmış yasak!

 Servisten indiğimde daha işe varamadan yorulmuştum... Sonra yukarıdaki şarkı çalmaya başladı, içim yine kıpır kıpır oldu, yine hayalimde dans etmeye başladım. Hatta son bir yıldır aynı yolda aynı kızla karşılaşıp birbirimize bakıp, seni bir yerden tanıyorum bakışlarını atmamıza ve buna rağmen hiç konuşmamamıza rağmen ben şarkıyı dinlemeye ve dans etmeye devam ettim. O kızı neren tanıdığımı  henüz çıkaramadım, aslında üzerinde çok da kafa yormadım, Ama kızdan hoşlanmıyorum. Çünkü bir ara kız yanında sevgilisi olduğunu sandığım biriyle elele geliyordu, o ara dikdik bana bakıyordu, sonra çocuksuz geçmeye başladı yoldan o zamankafası önde, bana baksa bile gözünü kaçırır, sonra barıştı herhal, tekrar dikdik bakmalar, aq hatırladıysan beni bi durdur slm et, ya da bas git,yanında sevgilin olmayınca kendine güvenin yok mu, ya da benden mi tırsıyosun, ya da sevgilin yanındayken hava mı basacan aklın sıra, ala ala....

Neyse işe vardım sağsalim ve hiiiç işim olmadığından akşama kadar popo büyütüp geldim, şuan eşim sporda ve ben onu bekliyorum ve açlıktan ölmek üzereyim..

Sabah ki enerjim ne mi oldu, yandı bitti kül oldu...