30 Mart 2013 Cumartesi

G.I.Joe-Misilleme


Bu filmin öncesini bilmeyenler için hatırlatma: burdaaa

Beklediğim bir filmdi, dün gece izleme şansım oldu, 3D olması ayrı bir heyecandı benim için, her sinemaya gidişimde 3D gözlüklerimizi evde unutup yenisini almak zorunda kalmamız daha bir heycanlıydı!

Joe ekibi Cobralarla mücadele ederken bir yandan da devletin içine sızan düşmanlarıyla mücadele ederler, filmin başında Joe ekibi pusuya düşürülüyor ve neredeyse tamamı öldürülüyor, yüzbaşının ölmesi beni şok etti, sanki her an bir yerden çıkması gerekiyormuş gibiydi, Joe'lardan sadece üç kişi hayatta kalır ve intikam alırlar, birde ölümsüz emekli asker Bruce Wills varki geçen bölümde neden Bruce wills dememe rağmen bu bölümde onu da çok beğendim. Kadro kalanlarıyla da süper;


Bir aksiyon filmi en fazla bu kadar güzel olabilirdi sanırım. Birçok sahnesinde inanılmaz heyecanlandım, sahneler çok sıra dışıydı. Bu kadar beğenmemde sanırım filmin üç boyutlu olmasının da etkisi vardır. Ama altyazı takibi cidden bazı sahneleri kaçırmama neden oldu, dublaj olayını da hiç sevmem.Her şeye rağmen kaçırılmaması gereken bir film.. 8/10

27 Mart 2013 Çarşamba

Bugün benim doğum günüm...

Heeey duyan duymayana söylesin bugün benim doğum günüm! Kutlamayı unutan arkadaşlarım için son üçbuçuk saat, unutanlar unutulacaktır haberleri ola...

Şaka şaka :P öyle takıntılarım yoktur ama insan hatırlanmak ister dimi, yahu bişey almayın sadece sağlıklı uzun yıllar dileyin yeter... Zaten 30uma merdiven dayadım diye depresyondayım, seneye de kutlama beklerim ondan sonra kutlayanın kafasını kırarım...

Ama ne oldu biliyor musun blogumu seven insan; bugün kimse bana mum üfletmedi, dilek dileyemedim, içimde kaldı... Eşim bugün geç vakte kadar çalışacağı için dün gezdirdi dolaştırdı, yemek yedirdi, dondurma ısmarladı hooop benden bu kadar dedi, eee pasta nerde? yok.. Annemler 24ünde kutladı, niye, haftaiçi bir daha göremezlermiş beni, iyi , ok, eee, pasta nerde, yok, dilek milekde yok bu sene bana.. iş arkadaşlarım zaten bu tarihde kutlamazlar, neden çünkü kimliğimde doğum günüm 5 mayıs yazarda ondan... 

Doğum günüm tam olarak ne gün annem bile doğru hatırlamazken bugün neden doğum günümü kutlamadın diye kimseye kızamıyorum, sanki kadir gecesi mübarek, martın son haftasıymış, annem yıllarca 27si diye inatlaştı, sonra bir öğrendim ki dediği pazar günü 24üne denk geliyor, ama kimlikte 5 mayıs yazıyor, o kadar muallak..

Doğum günü hediyesi diye bana misafirlik kocaman bir çaydanlık alan annemi ve teyzemi öpüyorum;) Eşimin adına kendime aldığım cici çantayı çok sevdim, aklımı seveyim kendime teşekkürler...faceden doğum günü reytingim fena değil, eski yıllar daha iyiydi sanırım bu yıl herkesi es geçtim ben şimdi intikam alıyorlar, neyse çok da fifi...

Ben artık resmen bir öğrenciyim, bugün yüksek lisans için kesin kaydımı yaptırdım, öğrenci moduna girdim bile, bu gazla paso bile alırım ben ;)

Klasiktir yeni yaşımda yapacaklarım ve yapmayacaklarım listesi:
Daha çok kitap okuyacağım, birkaç kilo zayıflayacağım, sinirlenip ani tepkiler vermeyeceğim ve en önemlisi kimseye nasihat vermeyip kimseden nasihat almayacağım, alışverişte kendimi tutmaya çalışacağım(inş.) en çok kendimi sevip en çok kendimi düşüneceğim, kimsenin beni üzmesine izin vermeyeceğim, daha sağlıklı beslenmeye çalışacağım... 

Bu senelik bu kadar...
Kendime seçtiğim parti şarkım ;( party time!

25 Mart 2013 Pazartesi

Aşk Seansları

38 yaşında yatalak bir adamın gerçek hikayesi bu. Küçük yaşlarda çocuk felci geçirmiş ve ailesi onu bakım evine bırakmak yerine kendi hayatlarından vazgeçip ona hayat vermişler. Ama artık onlar da yoktur ve Mark hayatta tek başınadır... Bakıcıları olur, onlarla güzel arkadaşlıklar kurar, zekidir, şiir yazar... Ama hayatında birşeyle eksiktir, kadınlarla hiç ilişkisi olmamıştır, bakirdir...Kilise rahibi ve terapistinin desteklemesiyle Cherly  isimli profosyonel "seks vekili" ile tanışır. Cherly (Helen Hunt) ile seanslar ilerledikçe aralarında garip bir etkileşim olur, duygusal ve samimi...

Bedensel engellilerin hayatlarını kolaylaştırmak adına yapılanları(!) düşününce bunun yanında ne kadar yüzeysel şeyler olduğunu düşünüyorum. Bu çok farklı, çok sıradışı bir bakış açısı... Bu pekçok insan için ya ayakta alkışlanacak ya da yerin dibine sokulacak bir film, arası olamaz...

Filmde bir sahnede rahip evlilik dışı bu ilişki karşısında Markın durumunu göz önüne alıp onun kocaman bir istisnayı hak ettiğini düşünür ve hatta yaptığı şeyden dolayı onu desteklediğini belirtmek için şöyle der:"Gördüğüm kadarıyla inançsız insanlar arasında dahi cinsel hazzın en yaygın ifadesi: Ah Tanrım!" Mark bütün ömrünü yatalak geçirmesine rağmen inançlı biridir... Pek çoğumuz hayatımızdaki en ufak aksilikte isyan bayrağını çeksek de Mark'ın kendi inancına göre sürekli kiliseye gitmesi rahipten nasihatler alması inanlmazdı... Burnunda sivilce çıkınca eve kapananların özellikle izlemesi gereken bir film, şükretmek için...

Film tabuları yıkan inanılmaz bir dram ama ailecek izlenecek türden değil, +18 sahneleri çok fazla, ama abartılı değil, Helen Hunt inanılmaz bir oyuncu ve tabiki John Hawkes de öyle... Film bittiğinde o kadar çok yazmak istiyordum ki ama şuan bütün isteğim kaçtı, nedeni filmi izlerken içime çöken hüzün, kalbimin sıkışması, hayatımda gerçek bir Mark'ın olması...

Mark'ın yazdığı bir şiirle bitsin bu post:""Özel biri için olmayan aşk şiiri'' 
İzin ver dokunayım sana kelimelerimle çünkü ellerim boş eldivenler gibi hareketsiz. 
Bırak saçlarını kelimelerim okşasın; yavaşça insin sırtından aşağıya ve karnını gıdıklasın. 
Çünkü ellerim, hafif ve tuğlalar gibi düşer bıraktığından, dileklerimi ciddiye almaz ve büyük bir inatla reddederler en derin tutkularımı gerçekleştirmeyi. 
Bırak meşaleler taşıyan kelimelerim aklına girsin. 
Onları kendi isteğinle benliğine al ve seni okşasınlar hafifçe, içerden...
Mark O'Brien"

Puanım:8.5

22 Mart 2013 Cuma

The Shrine- orta derece bir korku...

Fazla beklentiye girmeden, fazla detaya kafa yormadan izlediğinizde zevk alacağınız bir film, (en son söylemem gerekeni en başta söyleyimki bu postta da fazla beklentiye girmeyin..)

Bir grup gazeteci bir kayıp vakası haberinin izini sürer ve polonyaya gelir. Köyde onları hoş karşılamazlar, ingilizce bilen yoktur, sadece okula giden çocuklar bilir... Velhasıl ormanın içinde bir sis görürler, bu çok yoğun bir sistir, aynı zamanda kayıp gencin günlüğünde en son bahsettiği ormandaki garip olay budur. İki dişi bir erkekten oluşan meraklı-bela çeken gazeteci grubumuzda önce bir kız, daha sonra diğer kız sise dalar. Cesur erkeğimiz bu sahnede sisin dışında kalır nedense. Sonra bir ölüm kalım savaşı başlar ve o cesur erkek inanılmaz cesaret gerektiren hareketlerde bulunur... Sonrası izlemek isteyenler için sürpriz kalsın...

Hemen her sahnesini tahmin etsem de, bu tahminlerimi sesli yapıp eşimi deli etsem de filmi sonuna kadar izlemeyi başardım, ve her şeye rağmen, düşük bütçesiyle bu kadar başarılı yapılan bu filmi beğendim...

İkinci kez izlediğime adım gibi eminim ama izleyene kadar hiçbir sahnesini hatırlamadım, bende herangi bir etki bırakmamış anlaşılan ki yine bırakmadı,buna rağmen puanım 6/10...

21 Mart 2013 Perşembe

Son Günlerde Filmmania...

Son zamanlarda film izlemiyorum, izleyemiyorum, dolayısıyla yazılarım da kesilmiş durumda, bunu kaç kişi fark etmiştir bilmiyorum ama onca zamandır içim içimi kemiriyor, yazıyorum şuan ama söylemeliyim ki yine doğru düzgün bir film izledim. En son "The first time" denen imdb'den 6.0 puan almış romantik/komedi türündeki filmi izledim, filmin sonuna kadar herhalde duygusal bir şeyler olur diye bekledim ama boşuna beklemişim, film bittiğinde azım açık bakakaldım, bu kadar aptal bir film izlemeyeli bayağı olmuştu, giden zamanıma mı yanayım, eşimle nadiren yan yana  geldiğimiz bir anı böyle boşa harcadığımıza mı yanayım bilemedim. Neticede burdan şu dersi aldık; her imdb'den 6 puan alan filme atlamamak!

Bu aralar iş ortamı yoğun olduğu için akşamları direk eve gelmek istiyorum, sinema planı vs hiçbirşey yapamıyorum, eve geldiğimde bazen yds çalışmaya çalışıyorum, bazen kitap okumaya çalışıorum, salı günleri 20 dakikayı izlerken puzzle yapıyorum ya da kendime hırka örüyorum. Bütün bunlara eşit vakit ayırmaya çalışıyorum ama hafta içi başka bir plan yaptığımızda,mesela bir aile büyüğünü ziyaret gibi, o zaman birşeyler kesin kaçıyor, bütün zaman algım kayboluyor. Genelde YDS çalışmaktan vazgeçiyorum. Sınava iki hafta kalmış ben hala aynı noktada, aynı kelimelerle cebelleşiyorum... Yine hüsran olacak... Bu yetmezmiş gibi birde ALES'e başvurdum! YDSyi atlatınca ALES çalışmaya çalışsam iyi olacak, en basiti dün bir arkadaşım çarpmanın mı bölmenin mi önceliği vardı önce hangisini yapıyorduk deyince tıkandım kaldım!

Eğitim hayatımda tezli yüksek lisasını yarım bırakan bir rezil olarak şimdi özel bir okulda yüksek lisansa başlamak üzereyim,hatta ön kaydımı yaptım ve kesin kayıt beklemedeyim. İş arkadaşlarımla birbirimizi gazlamanın sonucu bu, günlerce tartıştık ve nihayet bu noktadayız.... Hatta tezli mi yapsak ne?

Ayrıca internette deli gibi satılık ev ilanlarına bakıyorum, bütün boş vakitlerimde emlakçıları gezip hepsine ayrı ayrı nasıl bir ev istediğimi anlatıp duruyorum. (bu konuyla ilgili bir video CD hazırlayıp emlakçılara postayla mı yollasam?!) Her seferinde diyorum ki, ben max. 220bine kadar evlere bakıyorum ve alacağım o evin içine beş kuruş masraf yapamam ama adam elindeki saçma sapan evleri gösterip en sonunda 250binlik evi bana teklif etmiyor mu deli oluyorum. Bre adam o kadar param olsa sana 250binlikleri göster derim! Bide ultra mega lüx ev diye götürdükleri evlerin illaki bir yeri yapısız oluyor, hatta dengesizin birine telefonda bir ev sorduk, adam cevap olarak " valla abicim bence bu ev yapılı mis gibi demesin mi!" sence ne bee? bir evin yapılı sayılma kriteri nedir Allah aşkına bilen varsa söylesin... Birde şu var ev sahipleri öğrenmişler "elime temiz şu kadar para isterim gerisine karışmam!" derler. Gerisi ne be, benim bildiğim bir geri var ama onun konuyla alakası yok sanırım, sanırım tapu ve emlakçı parasından bahsediyorlar... Oldu paşam sırta da kese atalım mı ?? Ama bende bu konudan hemen ders çıkarttım, şuan satmaya çalıştığımız tarlamızı emlakçıya verirken "elime temiz 50bin isterim, kaça satarsan sat!" dedim ;)

Bütün bunların dışında sevgili dizilerimi izlemeye devam ediyorum (vampir günlükleri, spartaküs, walking dead... şu taht oyunları bir başlasa artık dimi...) Sinemada da gitmeyi düşündüğüm bir film yok, bu aralar kıtlık var sanırım... Bayağı uzun oldu bu yazı hiç benlik değil, ama yazdım azcık rahatladım, ohhh...

hamiş:geçenlerde keşfettiğim bir şarkıcı, değişik bir tarzı var, sesini sevdim Sinem Saniye "Are we in love"

9 Mart 2013 Cumartesi

Hobbit: Beklenmedik Yolculuk


Yüzüklerin Efendisini ya çok sever insan, izledikten sonra hayatım değişti der ya da asla izlemez nefret eder... Arası yoktur...

Ben izlediği zaman büyülenenlerdenim, zaten bu seriyi öylesine izlemek imkansız, çünkü 2.5saatin altında bölümü yok.

Bu macerada Bilbo Bagginsin yüzük ile yolunun nasıl kesiştiği anlatılıyor. Birgün Gandalf Bilbonun evine gelir ve onu bir maceraya davet eder ama Bilbo ilk başta kabul etmez. daha sonra krallıkları ejderha tarafından alınan cücelerden 13ü bilbonun evine gelir ve hep birlikte uzun bir yolculuğa çıkarlar.Zaman zaman orglarla zaman zaman da elflerle yolları kesişir ve yüzük bir şekilde bilboya geçer. Film ejderhanın kapısında biter, bize de devamını beklemek düşer...

Birbirinden sevimli ve cesur 13 cüce bilboyla yol arkadaşlıklarında bolca sınanırlar, bilbo bir gazla yolculuğa çıktığını düşünür, cücelerse onu kendini düşünen bencil birisi olarak görürler, ancak bilbo içindeki kahramanı ortaya çıkardığında grup birbirine kenetlenir, bu şekilde anlatınca herşey çok sıradan görünüyor ama filmi izlerken o atmosferin içine girdiğinizde her macera, her kılıç sahnesi insanı alıp götürüyor... filmi bu kadar geç izlememin nedeni popüler filmlerin para uğruna zorla uzatılıp büyüsünün bozulmasıydı, ancak bu film hiçde öyle olmamış, özlediğim bir atmosferde özlediğim karakterlerin çoğunu gördüm ve devamını büyük bir heycanla beklemeye başladım...
Imdb ve sinemalar: 8.2, filmmania:9.0


3 Mart 2013 Pazar

Kelebeğin Rüyası


Aşk en güzel bahanesidir şiirin...
Acı en güzel bahanesidir şiirin...

Filmde hem aşk hemde acı var, öyle yoğun işlenmiş ki hemde, ölü sessizliğiyle izledi tüm salon, hışır hışır mısır sesleri kesildi, pıssttt diye açılan kolalar içilemedi, boğazlara düğümlendi aldığımız nefesler bile...

İkinci dünya savaşı dönemlerinde veremle mücadele eden aynı zamanda hayattan zevk almaya çalışan, tek hayalleri yazdıkları şiirlerin bir gün varlık dergisinde yayınlanmasını isteyen iki şairin hikayesi... Hikayeleri yoksulluk ve çaresizlikle birleşince o kadar dokunaklı o kadar duygusal olmuş ki!

Sinemada izlediğim son film celal ile cerendi, Türk sinemasından soğumuştum ve bu filme eşimin ısrarıyla, hiçbir beklentim olmadan gittim ve iyi ki gitmişim, yılların ustası Yılmaz Erdoğan bu filmi ile son dönem adı senarist ve yönetmen olanlara çok fena ders verdiği o kadar açık ki! Bakın film öyle değil böyle yapılır...

Konu şairlerin hikayesi olunca filmde çok sayıda şiirde okunuyor ama hepsi kısa ve etkileyici, hiçbir sahne sıkması beni, tarzım olmasa da bu kadar duygusal film ben aşık oldum filme...

Daha önce makinist filmini izlemiştim, filmi götüren kişi o film uğruna onlarca kilo veren Christian Bale idi, bu filmde de filmi tek başına sırtlayan, aynı şekilde film için eriyen Kıvanç olmuş. Diğer oyuncuları da beğendim ama Kıvanç hepsinini önündeydi... Türk filmlerinde en çok eleştirdiğim nokta filme yeterince hazırlanmayan oyuncular ve yönetmen idi, birkaç haftada çekilen oldu bittiye getirilen filmlerdi ama bu film çok farklı, oyuncuları o kadar zayıflamışlar ki sanki gerçekten veremliler, dönem sanki gerçekten 1941... 

Forumlarda yorumlara baktım, filmi izlemeden yapılan onlarca yorum var, siyasi yorumlar, önyargılı yorumlar... Önce filmi izleyin... En son bu kadar hangi filmi sevmiştim hatırlamıyorum bile ben... Babam ve oğlum gibi, dedemin insanları gibi, az gelecek bir film...Emeği geçenlerin eline sağlık...

Sinemalar:7.2, Imdb:8.0 vermiş, filmmania:8.5

2 Mart 2013 Cumartesi

Pi´nin Yaşamı Life of Pi

Nihayet izleyebildim dediğim bir film, 3D sinemada değil ama evde koltuğuma yayıla yayıla izledim...

Hindistandan Kanadaya giden bir gemi okyanusun ortasında batar, gemiden sadece bir çocuk, kırık bacaklı bir zebra, bir orangutan, bir sırtlan ve bir bengal kaplanı kurtulur. Küçücük sandalda bu kadar yırtıcı yanyana duramaz, sırtlan zebrayı ve orangutanı öldürür, kaplanda sırtlanı... Sonra çocuk ve kaplan başbaşa kalır, günlerce hayatta kalma mücadelesi verirler, sandalı paylaşmayı öğrenirler... Birlikte hayatta kalırlar...

Sıkılmadan izlenesi, tam bir haftasonu filmi... Bu arada film kitaptan uyarlamaymış, orjinali nasıldı bilmiyorum ama filmi süper olmuş, her bir sahnesi çok gerçekçiydi, çocukla kaplanın birbirlerine alışma süreçleri çok dozunda yapılmış, denizin ortasında önüme geleni yerim ama çocuk seni küçüklüğünden hatırlıyorum bi gözgöze gelmişliğimiz var seni yemeyim gibi komik ve de aşırı fantastik durumlara girilmemiş bu yönden çok beğendim...

Imdb:8.2, sinemalar:7.1, filmmania:8.0