31 Aralık 2012 Pazartesi

Hey noel dayı! Bir ricam olacaktı...

Yeni yıldan çok fazla beklentim yok (büyük ikramiyeyi saymazsak :P ), bir insanı mutlu edecek pek çok şeye sahibim zaten, bir şey hariç; 
sağlıklı, huzurlu, zeki, mutlu ve uzun ömürlü bir bebek... Eşimle, onu çok sevmeye, üzerine titremeye söz veriyoruz;)


Herkese iyi yıllarrrr!!!

25 Aralık 2012 Salı

İhtiras Rüzgarları-1994

Brad Pitt'in henüz "Brad Pitt" olmadığı yıllarda çekilmiş, çok kaliteli bir film... 

Albay William (Anthony Hopkins) ve üç oğlu Montana'da bir dağ evinde yaşamaya başlarlar, anneleri onları terk eder, zaman geçer çocuklar büyür, en küçükleri kendine sevgili yapar, evlenmek için gün sayarlarken 1.dünya savaşı çıkar ve üç kardeş savaşa katılır... Küçük kardeş kendini kanıtlamak için elinden geleni yapar ve bu onun sonu olur.. Tristan (bizim Brad) küçük kardeşlerini koruyamamış olmanın ezikliğini yaşar, abiside bu arada gazi olmuştur ve abi Alfred(Aidan Quinn) kardeşinin kalbini babasına geri götürür...

Tristan eve dönmez...

Alfred kardeşinin sevgilisine aşık olmuştur ve ona açılır ama beklediği karşılığı bulamaz. Onun beklediği Tristandır.Ama O uzun süre eve dönmez... 

Film o kadar uzun ki! Tristanın maceraları bayağı sürüyor. Tristan eve dönünce Susannah ile yakınlaşır, sevgili olurlar ama Tristan bir gün yine gider, uzun süre dönmez. Alfred bu arada boş durmaz ve Susannahı evliliğe ikna eder.. burdan bakınca Dallas gibi duruyor değil mi? Ki bence de evet, filmi izlerken bir ara kız ve babaları evde yalnız kalınca "yok  artık, olabilir mi" demedim değil...

Trastan eve dönünce Susannahı bulamaz, ama yardımcılarının kızı büyümüştür, çıtır kız, evlenir ve çocukları olur....

O dönemde yerli-amerikalı ayrımı varmış ki filmde bu konu çok ayarında işlenmiş... Diğer bir konuda içki yasağı konusu... İçki kaçakçılığı yapan Tristan parlementoda çalışan abisi ile ters düşer, abisinin uyarılarını dinlemez ve bu uğurda eşini kaybeder... Eşinin intikamını alır ve son nefesine kadar kaçmaya başlar... Çocuklarını abisine emanet eder...

Susannah ne oldu derseniz, Tristan eşini kaybetmesine rağmen ona pas vermeyince intihar eder...

İşte böyle entrika dolu bir hikaye...

Imdb:7.3 Sinemalar:7.7 Filmmania:7.0
İkiside çok yakışıklı değil mi?

23 Aralık 2012 Pazar

Kanyon-2009

127 saat denen filmi izlediyseniz ve sevdiyseniz bu filmi tavsiye ederim, ben ikisini de sevdim. Film gerçeklik payı olan, saçma gibi başlayan ama kısa sürede saran ve son saniyesine kadar gerim gerim geren bir film... Filmde de 127 saatin gerçek hikayesine gönderme yapıyorlar, yani Amerikayı ilk biz keşfettik havalarında değiller ki bu benim çok hoşuma gitti...

"Şapşal" diyebileceğim bir çift ailelerinden gizlice evlenirler ve balayına Hawaiiye gitmek yerine Amerikanın kanyonlarında at sırtında gezmeyi tercih ederler. Hatun kişi pek gönüllü olmasa da aşkı için taze damada eşlik eder... Başlangıçta macera gibi görünse de tek rehberlerinin yılan tarafından ısırılıp ölmesi asıl maceranın başladığını gösterir... Eşyalarını taşıyan at kaçar, dönüş yolunu kaybederler, yiyecekleri ve içecekleri yoktur, telefon çekmez, bütün bunlar yetmezmiş gibi çevrede aç kurtlar vardır... Daha kötü ne olabilir? Damat kayadan düşer ve bacağını iki kayanın arasına sıkıştırır... 

Filmde kıza bayıldım, çok cesurdu, eşini ve kendini korumak için yaptıkları inanılmazdı...
Filmmania:7.0

Hotel Rwanda-2004

2004 yapımı bu filmi eminim pek çoğunuz izlediniz,bense bu sabah izledim... Bu tarz filmler özellikle izlemekten kaçındığım tarzda filmler, günlerce aklımdan çıkmayacağını, uykularımı kaçıracağını, moralimi bütün gün altüst edeceğini bile bile izledim... Bazen insan elindekilerin kıymetini kaybetmeden bilmek için en azından başkalarının hayatlarını izlemeli... Bu sabah yataktan çıkmayı hiç istemedim ve çıkmadım, hatta keyif bu ya, bir kupa taze demlenmiş çayımı alıp yatağıma gömüldüm ve izlemeyi ertelediğim bu filmi açtım... Gribi ayakta atlattım ve keyfim yerinde... Bu filmi izlediğim için söylemiyorum bunu ama bunlar için şükretmezsem, şükretmezsek, sonumuzun Rwanda'da yaşayanlar gibi olmayacağının bir garantisi var mı... İnsan olduğumuzu hissetmenin başka bir yolu var mı...

Film, 1994 yılında Rwanda'da yaşanan soykırımı anlatıyor, halkı Tutsiler ve Hutular diye ikiye ayrılmış ve dünyanın gözü önünde birbirlerini kırıyorlar... Kargaşanın ortasında ailesiyle kalan otel müdürü Paul bir yandan ailesini korumaya çalışırken diğer yandan da otele sığınanları cehennein içinde bir vahada yaşatmaya çalışıyor... Aldığı zekice kararlarla yüzlerce insanı kıyımdan kurtarmayı başarır... Ailesini alıp gidebilecekken O kalmayı ve diğer insanlara yardım etmeyi tercih eder...
Başrollere bakınca Jean Reno'yu görüyoruz ama filmde sadece iki sahnede görünüyor, asıl kahraman Don Cheadle... Film anlaşılacağı üzre yaşanmış bir hikayeymiş ki filmi çarpıcı yapan kısmı bu, soykırımdan kurtulan  Paul ve ailesinin halen Belçika'da yaşadığını öğrenmek güzel... Yaşadıklarını ömürlerinin sonuna kadar unutamayacak bu insanların durumuna hiçbir vatandaşımız düşmez inşallah...

22 Aralık 2012 Cumartesi

Jack Reacher

Şuanda vizyonda olan film aksiyon sevenlerin ayıla bayıla izleyeceği kalitede... 

Konusu çok çok kısaca: 5 kişi aynı anda, aynı mekanda öldürülür, cinayetler arkasındaki şüphelinin sorguda söylediği tek şey "Jack Reacher'ı bulun!"dur. Jack ulaşılması kolay biri değildir. Olaya kendiliğinden dahil olur, avukat Helen ile birlikte dahil olduğu bu davada araştırdıkça çok ilginç bilgilere ulaşırlar... Kötü adamların hikayeleri en az iyi adamlarınki kadar iyi... Filmde detaylar çok iyi düşünülmüş...

Film hakkında çok fazla yazmak istemiyorum, filmin büyüsü bozulmasın,izlemek isteyenlere şiddetle tavsiye ederim...

Dikkat çekici bir nokta;52 yaşında Tom Cruise ama hala taşş!! Bir sahnede eline yakın çekim vardı ve o sahnede eyvahhhh!! dedim, Tom kendine gol attırmış, ellerine bakmazsanız yaşını asla tahmin edemezsiniz ve filmde asla sırıtmamış...

Imdb:7.4, sinemalar:6.8, filmmania:8.5

19 Aralık 2012 Çarşamba

G.I. Joe: Kobra´nın Yükselişi_G.I. Joe: The Rise of Cobra

2009 yapımı bu film benim en çok sevdiğim film türü olan; bilim kurgu, aksiyon, fantastik, gerilim, macera savaş hepsini birden içeriyor. Hatta komedi! Oyuncular çok iyi, yapım çok iyi, keşke sinemada izleseymişim dediğim bir film, aksiyon sahnelerini sevdim...

Film çölden, buzulların altına kadar geniş bir alanda geçiyor, pek çok gelişmiş teknoloji var, insan hayal ederken içinde kendini kaybediyor... Konusu bilim kurgu bir film için çok sağlam temellere dayanıyor, yani her dönemde kötü huylu silah satıcıları vardır, bir tarafa silah satarlar, diğer tarafa savunma kalkanları satarlar, hep o kötü huylular kazanır, ama G.I.Joe ekibi Cobra örgütünü ve bu silah satıcısını durdurmaya çalışır. Konu bu kadar sade ve sıradan ama kurgu çok iyi, sıkılmadan heycanla izledim...

Filmde bütün karakterlerin kendine has dikkat çekici yanı vardı, örneğin ortadaki komutanın yanındaki karakter (zenci dememek için kasıyorum bu kadar) filme inanılmaz renk katmış, en sağda yüzü görünmeyen ninjanın filmde hiç konuşmaması süperdi, neden konuşmadığına dair flashbackler ayrı bir güzeldi gibi...

Imdb pek beğenmemiş anlaşılan,5.7 sinemalar benim kafadan tip dolu anlaşılan:7.6, filmmania:7.5

Hamiş:Filmin devamını heycanla beklemekteyim... Fragmanlar karakterlerin bayağı değiştiğini gösteriyor ama umarım tempo en az bu kadar iyidir. Ey yapımcı yeni gelecek filmde yaşlı Bruce'u neden oynattınız? genç atletik kimse yok mu bu holivudda??? 

17 Aralık 2012 Pazartesi

Uykumda_In My Sleep 2010

Uyur gezerlerden çok korkarım, hatta sesli kendi kendine konuşan insanların yanında duramam bile... O yüzden bu film benim ciddi anlamda gerilimdi, filmde adamı hiç uyuzgezer modda göremiyorsunuz ama düşüncesi, uyurken yaptıklarını düşünmek bile tüylerimi ürpertmeye yetti.

Konusu:"Marcus yarıçıplak bir şekilde kendini mezarlıkta uyanırken bulur. Oraya nasıl geldiği konusunda en ufak bir fikri yoktur. Nadir görülen bir uyku hastalığı mevcuttur kendisinde.Olayın kötü yanı elinde bir kanlı bıçakla uyanmış olması ve arkadaşının karısının bu bıçakla öldürülmüş olmasıdır. Marcus tüm parçaları birleştirerek kadını kendinin öldürüp öldürmediğini araştırmak için kendini bu oyunun içine bırakır."

Herşeye rağmen olmamış bir film, başrolün sürekli yarıçıplak gezmesi göze batıyor, aman be kardeşim bi atlet bari giy üstüne dedirtiyor. Gizemi güzel korunmuş ama yinede çok yavaş ilerleyen, çok kısır bir konu etrafında dönüp duruyorsunuz. Sonunu tahmin etmek çok zor olmadı benim için, çünkü benzer konularda alasını izledim...

Imdb 5.2, sinemalar 7.1 vermiş. filmmania:5.5

Breaking The Girls-2012

Konusu hakkında hiçbirşey söylemeyim, entrika, cinayet, gizem, gerilim türünde filmlerden hoşlanıyorsanız ve iki bayanın öpüşmesi beni rahatsız etmez ya da o kısımları sararım eyvallah diyorsanız tavsiye ederim izleyin, sonunu tahmin etmek pek mümkün değil... Ben sonunda bayağı şaşırdım, çünkü çok sıradan başlayıp çok çarpıcı bir şekilde bitiyor... Başrolde birbirinden güzel Amanda Crew, Brittany Snow, Shawn Ashmore, Adrianne Palicki, Madeline Zima var, oyunculukları çok iyi...
Imdb 5.9 vermiş ki ben sırf bu yüzden izlemiştim ama az bile vermiş, sinemalar 8.1 vermiş, eh biraz abartmış onlarda, ben 7.5 verip orta yolu buluyorum...

14 Aralık 2012 Cuma

Yeşil Sokak Holiganları

Holiganları, holigan olmayı asla anlamadım ve sanırım anlamıycam, yani insan nasıl kendi hayatını hiçe sayacak kadar bir takımın için delirebilir bilmiyorum... Aslında çok merak ediyorum o duyguyu, ama hayatta hiçbirşeye o kadar büyük bir aşkla bağlı değilim... Yani bir takımım var ama yenilmiş-yenilmemiş umrumda değil... Birşey olmuyormu hemen B planına geçerim, üzülmem... Beni tek birşey üzer, o da sanırım internet bağlantımın kesilmesi ya da dünya üzerinde yapımcıların ortak bir karar alarak artık film çekmeyi durdurmaları olur... 

Filmde yanlış anlaşılma sonucu üniversiteden atılan Matt ablasının yanına taşınır, eniştesinin kardeşi ile birlikte bir futbol takımının holigan grubu içinde bulur kendini...Grup sarhoş olmak, kavga etmek ve adını ülke çapında duyurmak istemektedirler... Zamanla Matt de aynı duyguları paylaşmaya başlar....

Imdb puanı oldukça düşük 4.8, belkide bu tarz filmlere alışkınlar bilmiyorum, sinemalar 7.8 vermiş, ki bence de en az 6... Oyunculukları çok iyi, boş zamanlarda izlenebilecek bir film...

Uykusuz_Imsomnia2002

Uzun zaman önce izlemiş olmam gereken bir film, ama kısacası unuttuğum bir film...

Başrolde afiştende anlaşılacağı üzre Al Pacino, Robin Williams ve Hilary Swank var, hepsi birbirinden müthiş oyuncular, filmin kötü olmak gibi bir lüksü zaten yokmuş, ki zaten müthiş bir polisiye/gerilim...

İnsan bazen istemesede kötü olaylara kanal olabiliyor, kendi hariç çevresindeki herkesi acıtabiliyor, ve uykusuzluk, gündüz uykusu o zaman başlıyor... Filmin konusu kısaca bu...

Filmde Al Pacino istemeden ortağını vurur, sonrasında avcıyken av durumuna düşer... Hatta kendini kurtarabilmek adına katille işbirliği yapar... Ve vicdanıyla mücadelesi başlar...

Filmde hoşuma giden diğer bir konu işini iyi yaparsan mutlaka başarılı olursunu vurgulamaları... Birçok polisiye filmde aynı şeyi gördüm; ikinci plandaki bayan polis memurları olayı çözen taraf olur, neymiş; işini iyi yaparsan filmin sonunda ölmezsin ve kupayı alırsın....

11 Aralık 2012 Salı

Aşk ve Gurur

18.yy sonlarında sınıf ayrımının çok ama çok hissedildiği bir dönemde beş kız kardeşinzengin koca bulup bütün aileyi sefaletten kurtarma çabalarını anlatıyor, iş yok güç yok varsa yoksa balolar ve balolarda zengin çocuklar... Bizim beş kızın en güzeli zengin bir aday bulur kendine, işler pek de istediği gibi gitmez, diğer tarafta gururlu kız kardeşi ve zengin bir o kadar da gururlu başka bir çift vardır... Olaylar kızların sürekli "erkek" aşkıyla yanmaları üzerine, babaları ölse beş kız ve anneleri ortada kalacak, işte o yüzden kızlardan en az biri evlenmek zorundadır... Kızların annesi de çok fena fettan bir hatun, kızı yemeğe yağmurlu havada at üstünde gönderiyor ki yolda hasta olsun, adamın evinde kalmak zorunda kalsın, iyice aşık olup evlensiler diye, nasıl plan?

Elizabeth ve Darcy arasındaki aşk, her saniyesi insanı geren cinsten, filmin sonuna kadar bir türlü orta yolu bulup birbirlerine güzel şeyler söyleyemiyorlar, onlara: "aşkta gurur olmaz gençler!" demek istiyorum...

Film güzel, puanlarıda öyle, imdb:7.7,sinemalar,8.2 vermiş, filmmania:8.0

Hamiş: filmin türünü aşk gerilimi şeklinde değiştiriyorum kendimce, ve bence tam kızsal bir film, toplayın bütün  kız arkadaşlarınızı hep birlikte izleyin kızlar;)

9 Aralık 2012 Pazar

7 Aralık 2012 Cuma

Bir Mafya Hikayesi Les Lyonnais (A Gang Story)

Film 1970lerde geçiyor, konusu kısaca bir mafya babasının nasıl baba olduğunun hikayesi... Kurgu çok başarılı, genelde bu tarz filmleri sevmiyorum, çabuk sıkılıyorum ama bunda sıkılmadım, hikaye günümüzle başlıyor, eskiye gidiyor, bakmışsınız geri gelmiş, hooop tekrar geçmişe vs şeklinde devam ediyor...

Mafya babası adı için momon komik bir isim olmuş ama adamın adı Momon, çocukluk arkadaşı ile kiraz çaldığı için hapse düşüyor, sonra yoksulluk vs nedenlerden bela peşlerini bırakmıyor, bir anda kendilerini mafyanın göbeğinde buluyorlar, ne zaman bu mafya Momon ve ailesini tehlikeye atıyor, Momon "kendi çetemi kurarım" mantığına bürünüyor... Olay böyle devam ediyor, eh nasılını merak edenler izlesin ;)

Imdb 6.8, sinemalar 6.9 vermiş, ben dediğim gibi çok tarzım olmamasına rağmen beğendim ve 6.0...
Tiplere bakarmısınız, süperler... Ortadaki Momon'un gençliği, yaşlı hali daha karizmatik bir tip... Film sanırım yaşanmış bir hikayeye dayanıyor, haftasonu canı sıkılanlar için ideal, filmde şunu çok güzel özetliyorlar; hepimiz sakin huzurlu ve mutlu bir aile ortamının hayalini kurarız, Momonda öyle, iyi seyirler...

6 Aralık 2012 Perşembe

Karanlıkta_In Darkness 2011


Karanlıkta, insanların insanlıktan çıktığında ne kadar acımasız, ne kadar tehlikeli olabileceğini gösteren mükemmel bir film... Bir diğer hususta; insan her ne kadar hayatı sallamaz modda gezse de "can tatlı arkadaş!" 
Hayatta kalmak adına 14 ay lağım çukurunda yaşayabilir miydiniz? 
14 ay güneş yüzü görmeden, temiz hava almadan, karanlıkta korkarak bekleyebilir miydiniz? 
Her şeyi bir kenara bırakıp, arzularınıza yenilip, sevişebilir miydiniz? 
O berbat ortamda hayatta kalıp, her günü yaşam mücadelesiyle geçirip, hamile kaldığınızda, sevgiliniz sizi oracıkta terk ettiğinde, onun bebeğini doğurabilir miydiniz? Peki o bebeği,  karanlıkta, aç-açıkta, daha fazla kalmaması için, kendi canınıza kıyamazken, o masumu boğabilir miydiniz?
Ya da diğer bir köşedeki Socha gibi, hayatınızı, ailenizi riske atarak, bir grup insanı 14 ay boyunca dışarıdaki savaştan saklayabilir miydiniz?

Konusu beyazperde'den kısaca;

"Kimsenin kimseye güvenmediği, fakirlerin kendilerinden daha fakirlerden çalarak yaşam mücadelesi verdiği Nazi işgali altındaki Polonya kenti Lvov'da, lağım işçiliği ve küçük çapta hırsızlıklar ile ailesine bakmaya çalışan Leopold Socha'nın hikayesi Karanlıkta Kalanlar. 
Getto'nun basılması sonucu lağıma sığınmaktan başka çareleri olmayan bir grup Yahudi'yi ücret karşılığı saklamayı kabul eden Socha, içinden çıkılması güç bir riske girmektedir. 14 ay boyunca hayatta kalma mücadelesi veren insanlar ve onları saklamak ile ele vermek arasında gidip gelen Socha'nın yaşam mücadelelerini anlatan Karanlıkta Kalanlar, Agnieszka Holland'ın Oscar adayı olan filmi.
Karanlıkta Kalanlar, 31. İstanbul Film Festivali'nde Yıllara Meydan Okuyanlar bölümünde..."

Yönetmenin iddaasına göre hikaye yaşanmış mış, ki olabilir, o dönemde Almanya&Polonya arasında feci şeyler yaşandığını herkes kabul ediyor. Film çok etkileyiciydi, kabul ediyorum, nerdeyse bir ara yahudilere üzülüyordum, üzüldüm, en azından o zulmü haketmeyen kadınlar ve çocuklar için çok üzüldüm, ama öte yandan şuanda yahudilerin Filistinde yaptıklarını düşününce Almanlar az bile yapmış demekten kendimi alamıyorum... Yahudilere, gelecekte aynı şeyleri yaşamayacaklarının garantisini biri verdimi bilmiyorum ama beter olsunlar, eden bulur inşallah...

Sinemalar;5.7, Imdb;7.1, filmmania;6.5

2 Aralık 2012 Pazar

Acil Teslimat-Premium Rush


Boş zamanda keşfedilmiş, izlenmiş, boş denebilecek bir film... Bisikletli kurye olan Wilee'ye bir posta verilir, akşam yediye kadar çin mahallesinde bir adrese teslim etmesi istenir, Wilee NewYork'un en hızlı en cesur bisikletli kuryesidir ve peşine düşen postayı ondan almak isteyen polise vermemeye kararlıdır. Film kovalamaca şeklinde devam ediyor... Şehir manzarası süper, sokaklar güzel, hareketli bir film, sıkılmıyorsunuz ama yine de içi boş geliyor, benzerlerinden tek farkı filmde bir sürü bisikletli olması, içinizde bisiklet aşkının depreşmesi vs...

Başrolde Joseph Gordon Levitt var, bisiklet performansı çok başarılı...

Puanları iyi ama ben 6.0 veriyorum...

29 Kasım 2012 Perşembe

Deadfall-2012

Film 2012 ABD yapımı, türü dram-gerilim-suç... Aksiyon dalında birçok benzerinden çok daha başarılı...

Konu sade ama birçok yan konu var ki bunlar sizi filme bağlıyor; bir yandan kumarhane soygunu yapan ve Kanada sınırını geçmeye çalışan iki kardeş, kardeşler baba maduru, diğer yanda hapishaneden yeni çıkmış ve çıktığı gün başını belaya sokan boksör, babasıyla arası limoni, başka bir köşede ise eşi ölmüş, kalbi yaralı şerif ve şerifin gözüne giremeyen polis şerif kızı... 

Hepsinin hayatı Kanada sınırında kesişir, şükran yemeği masasında aflar dilenir, yılların kini kusulur, sonrasında herkes tarafını seçer, kimi aşkının peşinden kimiyse ailesinin pelinden koşar, bazıları mesleklerini iyi yapmanın ödülünü alırken, bazıları da ömrü boyunca pişman olacağı hatalar yapar...

Bazen kötü adam iyi adam olur, küçük bir kızın gözünde melek olur, sonra özüne döner, ama yaptığı iyilikler unutulmaz...

Sonunda birçoğu için mutlu son vaktidir, bazılarının ise alacağı nefes en yakını tarafından bitirilmiştir...

Film buz gibi bir havada çekilmiş, heryer bembeyaz kar, izlerken içiniz ürperiyor... Sıcacık bir bardak sahleple izlenmesi tavsiye olunur...

Imdb:6.7, sinemalar:6.9, filmmania:6.5
Sıkmayan bir aksiyon, iyi seyirler...

26 Kasım 2012 Pazartesi

Kanunsuzlar , Lawless ( Wettest County)

Bu aralar izlenesi aksiyon filmlerinde patlama var dostlar, peşpeşe izlediğim filmlerin sarhoşluğunda yazıyorum bu postu; son gözdem "Kanunsuzlar"... Yaşanmış bir hikaye...
Ekip o kadar sağlam ki, bir sitede film hakkında yorumlara  bakarken birinin "bu ekip halay çekse izlenir!" diye yorumunu okuduğumda evet duygularımın özeti bu dedim;

Shia ve Tom çok özel, çok önemli aktörler... Tom'un daha önce The Warrior filmini izlemiştim ve o filmdeki performansına hayran kalmıştım, bu filmde ise çok çok daha başarılı...
Konusu ve filmle ilgili özel detaylar;

"Kaçakçılıkla nam salmış kötü şöhretli Bondurant kardeşlerin gerçek hikayesinin anlatıldığı film, Büyük Depresyon döneminde Virginia eyaletinde yasa dışı yollarla zengin olan bir gangster çetesini odağına alıyor. Bondurant ailesine mensup 3 kardeşin birbirine olan sadakati, kaçakçılıkla kazandıkları servetten kendilerine pay isteyen devlet görevlileri karşısında da sınanıyor. Yönetmenliğini en son The Road filmine imza atan John Hillcoat’un üstlendiği film Tom Hardy, Guy Pearce, Gary Oldman, Shia LaBeouf, Jessica Chastain ve Mia Wasikowska gibi yıldızlardan oluşan bir kadroya sahip. Yapım 2012 Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışmıştı. Avrupa’nın çeşitli festivallerini gezen filmin yurtdışı eleştirmen notu da bir hayli yüksek."

1900lü yılların başında geçen hikaye sanki o dönemde filme alınmış gibi, filmde o dönemle ilgili her türlü detay düşünülmüş, arabalar, evler, kıyafetler, şişe kolanın şekli bile, sırıtan tek bir detay yok... Aksiyon filmi ama karakterler çok güçlü, oyunculuklar süper...

Bir solukta izledim...

Puanları; imdb 7.4, sinemalar 7.6, filmmania 8.5 ;)

25 Kasım 2012 Pazar

Baskın "The Raid: Redemption"


Aksiyon sevenler hemen pür dikkat kesilin ve bu postu okuyun; süper bir film tavsiye edeceğim size; kesinlikle kaçırmaması gereken, 2011 ABD/Endonezya yapımı , afişin hakkını veren bir film... Endonezyadan böyle bir film çıkacağını kırk yıl düşünsem inanmazdım, Holivud izlesede aksiyon öğrense biraz, o kadar başarılılar...

Konusu son dönemde çıkan "Yargıç" filmiyle aynı, belki daha önce bu konuda başka filmlerde yapılmıştır ama aksiyon sahneleri bu kadar etkileyici başka film izledin mi hatırlamıyorum... Dediğim gibi konu çok basit ama insan izlemeye doyamıyor, dövüş teknikleri klasik uzak doğu filmlerinde gördüğümüz teknikler gibi dursa da araya öyle sahneler eklemişler ki koltuğumda otururken irkildim...

Filme, başroldeki polisin namaz kılarak başlamaları çok değişik bir tat katmış, devamında kondisyon çalışmaları ve eşiyle vedalaşıp evden çıkması geliyor, bu dakikadan itibaren film tek bir bina içinde bir grup polisin bir sürü manyakla ölüm kalım mücadelesi şeklinde geçiyor... Aksiyon filmlerinde genelde başroldeki, en iyi dövüşçüdür, iki tekme bir yumrukla kötü adamları döver geçer şeklindedir ama bu filmde kötü adamlarda çok iyi dövüşçüler ve kavga sahneleri çok daha keyifli, çok daha gerçekçi....

Puanları; imdb 7.7, sinemalar:7.2 bence en az 8.0...
filmle ilgili resim yüklemek anlamsız, siz fragmanına bir göz atın derim ;) işte burda

23 Kasım 2012 Cuma

Dağ


Ön yargıyla gittiğim ama hem çok eğlendiğim hemde çok hüzünlendiğim bir film, acaba nefes tarzı bir film mi diye düşünebilirsiniz, alakası yok, askerliğe bakış açıları çok farklı, nefes hiçbir zaman bana gerçekçi gelmedi, askerleri yeren bir filmdi ama bu çok farklı, ayrıca bir çok Türk filmine göre yapım çok iyi... özellikle sondaki jenerik çok çok çarpıcı...

Oyuncular; 
Bu dörtlünün performansı iyiydi ama en çok yüzbaşıya bayıldım ben...

Konusu; biri kısa diğeri uzun dönem iki askerin dağda hayatta kalma mücadelesini anlatıyor, arada sırada askerlerin sivildeki hayatlarını gösteriyor, ki bu onların ruh hallerini, neyin onları dağa sürüklediğini daha iyi anlamamızı sağlıyor...

Filmle ilgili olumsuz eleştiri yapanlar var, ben çok fazla birşey söyleyemiycem, çünkü izlemeye giderken hiçbir beklentim yoktu, sadece eşime eşlik ettim, ama Oğuz'un askerlik yaparken telefonda sevgilisine fantezilerinden bahsettiği sahnede, Bekir'in böcek macerasında, yüzbaşının fıkrasında gülmekten yarıldım...

Yönetmen&senaryo: Alper Çağlar, tebrikler...

sinemalar:6.5
filmmania:7.0

19 Kasım 2012 Pazartesi

bugünün faaliyetleri...

Sıradan bir pazartesi işte, klasik bunalımlar, bir türlü uyanamamalar vs... Öğleye doğru birkaç arkadaşımla yemeğe çıktım, nefis mi nefis bir muhlama yedim ki hikayede geçen nesneleri resimleştirelim, işte muhlama;
Sonra yüncüye gitti, pastel tonlarda dört yumak aldım, 1.8x1.0m ebatlarında polar kumaş kestirdim, tığla parça parça desenli bişiler örüp poların üstüne geçirip şal elde etmeyi planlıyorum, işte böyle birşey;
ki ne kadar bunda başarılı olabilirim bilmiyorum, ufak biraz yardımla olacak sanırım... Neyse işe geri döndüm, yolda rastladığım bütün arkadaşlarım aynı geyiği yaptılar "kızıııııım bu yaşlılık belirtisi!!!" hadi be!!

Akşama doğru bir diğer klasiğimiz olan, "akşama ne pişirsem?"... Ben pırasa&çorba üstünde bayağı kafa yordum, hatta gaza geldim bir diğer günün yemeği olan etli pazı sarmasını da yapabilirim... Başka biri ıspanakda ısrar ederken diğeri makarnada fena olmaz triplerinde.... İşin aslı bu muhabbetle kendimizi 2 saat oyalama kapasitesine sahibiz ve yapdık da... Aslında hepimiz işi gücü bırakıp bir an önce eve gidip yumaklarımızla haşir neşir olmak istiyorduk...

Ta kii...

Eşim arayana kadar... Anahtarını evde unutmuş, işi erken bitmiş, iş çıkışı gelip seni alayım dedi, eveeeettt diye  atladım tabiki... Hatta eve giderken bi kokoreçmi yapsak teklifine,  kokoreç aşkıyla yanmayan biri olmama rağmen olur dedim (yuppi yemek yapmaktan kurtuldum, çünkü ikinci porsiyonu yemekle yememek arasında düşünen eşime yemesi için ısrar ettim, hihihi kötüyüm biliyorum...)




Sonrasında nihayet eve gidiyoruz ve el işime başlayabilirim diye düşünürken eşim "bi sinema mı yapsak ne!?" Bu teklife hayır dediğim daha görülmedi, hemen cep telefonuna girip en yakın sinemanın seanslarına baktım. Eşim "Dağ"filmini izlemek istedi ben "yoooo" dedim, ben "Şafak Vaktini" izlemek istedim, eşim "yooo" dedi, eşim "dağ" ben "sessiz tepe" eşim "dağ", ben şafak vakti eşim dağ derken son dönemcide kaçırıp eve doğru giderken bir anda kendimizi u dönüşüyle tekrar sinema yolunda bulduk, peki hangi filme?? Tabiki de Şafak Vakti! :)

Film başladı eşim hala ben bu oyuna nası geldim modundaydı..

Neyse günlüğe dönen bu postun o kısmını unutalım, olayımız şafak vakti, kitabını okuyalı bayağı zaman oldu, o yüzden kitaba ne kadar sadık kalmışlar açıkçası kestiremiyorum. Film aksiyon anlamında beklentimin altındaydı, daha ihtişamlı olmasını beklediğim bazı sahneler sönük geçti, sanki biraz sıkıcıydı, özellikle kitabı okumayanların anlamsız bulabileceği sahneler vardı. Vampir Günlüklerini okuduktan sonra açıkçası twilight serisi küçüklere masallar gibi gelmeye başladı ama onca kitabını okuduktan sonra son filmini izlememek olmazdı... Oyunculuklar çok kötü, bella hatun 4 bölümdür hep aynı sünepe tip, kızım sen vampir oldun, güçlendin azcık sert bas yere, yok aynı bella...

Gelelim beybi bellaya, süper çok şirin birşey o öyle, Jacob ağzının tadını biliyor mu ne ;)

Seri bitti, bende ohhh çekiyorum...
happy end,

Imdb:5.4, sinemalar: 8.1, filmmania:6.5
İyi seyirler...

18 Kasım 2012 Pazar

The Aggression Scale

Hani şu tarz filmler vardır; "her kuşun eti yenmez baby!!"dedirten... İşte o tarz bir film... Gerilim tarzında favori senaryomdur bu.. Buna benzer sevdiğim bir diğer film Mezarına Tüküreceğim I Spit on Your Grave.. Benzer konular ama işlenişi ikisi de çok başarılı...

Kurbanlar hayatları tehlikede olduğunda beklenmedik performanslar sergileyebilir, buna inanırım ama bu filmde kurban rolündekiler sıradan masum insanlar değil, çocukların şiddet eğilimi vardır, hatta birinin fena halde sorunları vardır... Çok anlatmayın izleyin, aksiyon-gerilim tarzında çok başarılı...

Imdb:5.8, sinemalar:7.7 filmmania: 7.5

hamiş: imdb puanı neden düşük anlamadım...

16 Kasım 2012 Cuma

Vampir Avcısı: Abraham Lincoln

Benim için bu bir uçak filmidir... Eve dönüş yolunda izlediğim, ikide bir geveze kaptanımız tarafından kesilmesine rağmen zevkle izlediğim bir film... Kaptan demişken o sevimli bir sesti öyle, insanın içine neşe dolduran, yaptığı işten zevk aldığı her halinden belli olan biriydi...

"Merhaba bayanlar ve baylar ve de sevimli çocuklar uçağımıza hoş geldiniz!!"
....
"Merhaba!! yine ben, kaptanınız konuşuyor..."
....
"Merhaba!! Umarım hoş vakit geçiriyorsunuzdur (bilemedin kaptan, saatlerdir kıçımızın üstünde oturmaktan kaba etlerimiz uyuştu ve bundan hiç birimiz zevk almıyoruz!), şimdi size uçuşumuzla ilgili bilgiler vereceğim (ben sana bilgi vermek istiyorum kaptan; arkamda oturan salak, dokunmatik ekran üstünde güç denemesi yapıyor, yani beynime pulse atıyor ve arkama dönüp parmaklarımı gözüne sokmama az kaldı!! )..." 

Hadi kaptan kısa kes de filmi izleyelim yahu:


Neyse, işte bu zor şartlarda izlediğim film hakkında söyleyecek çok fazla birşeyim yok, filmde annesi vampirler tarafından öldürülen tüyü bitmemiş lincoln kendini vampirleri öldürüp intikam almaya adar, ateşli silahları sevmeyen lincoln'ün uzmanlık alanı baltadır... Biri tarafından eğitilir ki bu kim söylemeyim... 

Filmde vampirlerle ilgili diğer film-dizilerden farklı olarak; kendi türlerini öldüremiyorlar. Yani bir vampir başka bir vampiri öldüremiyor, ilğinç bir nokta...

Lincoln geceleri vampir avcılığı yaparken gündüz sıradan bir dükkanda çalışır, bir yandan da hukuk kitapları okur, bir gün baltasını bırakıp, kanunla fark yaratmaya karar verir. BANGGGG!!! Hata işte... Olum sen göz önünde birisin, büsürü vampir öldürmüşsün, ne demeye baltanı bırakıyorsun?!! Buna pişman olacağı çok kesin değil mi, evet sonunda baltayı kitli sandıktan çıkarıyor ve film tarih-siyaset-vampirler üçgeninde aksiyon içinde geçip gidiyor... Aksiyon&vampir tarzını sevenler için tavsiye olunur...

Imdb: 6.1, sinemalar:7.5 ve filmmania:7.0

12 Kasım 2012 Pazartesi

bu günüm...

Yolculuk yapmayı seven varsa buyursun yerime geçsin, ben şimdiden çok yoruldum ve evimi özledim. Sabaha karşı 3'te uyandım, İstanbul aktarmalı Belçika'ya geldim, tam 9.5 saatimi aldı. Beynim çatlamak üzere...

İstanbul uçağında özellikle cam kenarı olsun istedim, sanki gece gece ne göreceksem! Ama iyiki öyle demişim yanımdaki koltuklar boştu, kafama göre yayıla yayıla oturdum...

Aynı konforu Belçika yolunda bulamayacağım kesindi, uçağa, inşallah ortaya düşmem, inşallah yanıma hapşıran pıskıran tıskıran, arkama çoluklu çocuklu biri oturmaz diye dua ederek bindim. Genelde bu tarz rahatsız edici tipleri çekerim. Bir keresinde arkama zenci bir çift oturmuştu, çocukları tam benim arkamdaydı, velet fena yaramazdı, yol boyunca beni tepiklemişti. Arkama dönüp ters ters bakmalarımda işe yaramamıştı. Koltuk arasından çocuğu çimdiklemeyi bile düşünmüştüm ama malum zenci aile, kadın kıçının yarısıyla vursa beni uçağın öteki tarafına yapıştırabilirdi, çaresiz katlandım. Bu sefer yakın çevremde çocuk yoktu ama tam yanımda Mr.Ter vardı. Adam uçağa sanki yıkanıp gelmiş gibiydi, bu kadar terleyen birini ilk defa yakından gördüm. Iykkk.. Dedim beni bulur bişey diye buldu işte... Sonra önümdeki ayıya ne demeli, resmen kucağımda geldi onca yolu, düşüncesizler!

Neyse stres yok, olayı aşmak için biraz uyukladım sanırım, sonra yemek servisi başladı ve ben canlandım, sabah 3te uyanınca insan acıkıyor..

Sonra kabus başladı tam 2.5 saatim vardı ve ben sıkıntıdan patlamak üzereydim, aklıma otelde sıkılırsam izlerim diyerek yanıma aldığım 10 bölüm Nikita geldi, bi solukta üç bölüm izledim ve hoop yerdeyiz...

Nikita demişken araya bir kaç laf sokmam lazım, dizinin ikinci sezon ilk bölümlerinden biri Türkiye'de geçiyor. Van-Ankara-Eskişehir ve birkaç şehir daha vardı. Türkiye'yi yansıtış şekilleri berbat ötesiydi. İzleyince şok oldum, bu nasıl bir bağnazlıktır. Biz hala televizyonda mehter marşını mı izliyoruz yada hala ibrikten mi su içiyoruz. Hepimizin evinde biblo diye sadece osmanlı figürleri mi var. Diziden nefret ettim resmen... Karalamak için herşeyi yapmışlar. Kullandıkları arabalar 1930lardan kalma o kadar külüstür, Türk diye gösterdikleri tipleri bi görün, kabus gibi tipler, nerden de buldunuz.. Hele Eskişehir garında iki tane görevli var Türk diye yutturacaklar ama adamlar yabancı belli... Neyse öyle böyle izliyorum boş zamanlarımda ve İstanbul-Belçika arasında 3 bölüm izledim, yanımda Mr. Terin meraklı bakışları altında...

Otele valizimi bırakıp kendimi dışarı atmam bir oldu, kendimi alışverişe vurdum, bu ay favorim eşim için termal çoraplar kendim için çikolata oldu, yılbaşı indirimi başlamış, ilgililere duyrulur; 25avroluk çikolata 10 avroya bedava gibi geldi ;)

Dip not: evimi-yatağımı-elektrikli battaniyemi özledim...

11 Kasım 2012 Pazar

12 Maymun

Bilim kurgu/aksiyon türünde çok başarılı bir film.. 1995 yapım filmde Brad Pitt ve Bruce Willes bir arada, Brad çok çok genç görünüyor ama Bruce sanki aynı...

Filmde 1996 yılında birvirüs tüm dünyaya yayılır ve 5 milyar insan bundan dolayı hayatını kaybeder. 2035'e toplam nüfusun sadece %1'i sağ çıkar. Onlarda yer altında kolonilerde yaşamaktadırlar. Zamanda yolculuğu keşfeden bilim adamları James(Bruce)'i hastalık yayılmadan önceki bir zamana gönderirler ve hastalığın kaynağını bulması için gözlem yapmasını isterler. Bu o kadar kolay birşey değildir...

Sonraki yıllarda buna benzer pek çok film yapıldı, sanırım bir grup insan dünyanın sonunun bu tarz yayılan bir hastalıkla geleceğine fena halde kafayı takmış durumda, ki bende onlara dahilim... Bu tarz filmler içinde beni en çok etkileyen '28 gün sonra'dır. Filmde bir maymundan dünyayahastalık yayılır, filmi izlediğimde lisedeydim,  benden küçük iki erkek kardeşimle sinemada sadece biz varken izledik ve fena tırstık. Çocuklar nasıl etkilendilerse (üçümüzde otuzumuza yaklaştık) hala o filmi birbirimize anlatıp yok onun üstüne deriz...
Filmde öne çıkan Brad Pitt'in oyunculuğu, kesinlikle oscarlıkmış...

Puanlar harika, imdb 8.1, sinemalar 8.8 ve bence abartmayalım 7.5.. 

The Great Train Robbery (1903)


Fotoğraflarla hareketli görüntü yakalamak 1877lere dayansa da, filmlerde öykü anlatılması 1903'de ABDli Edison Company tarafında çekilen büyük tren soygunu filmiyle başlatılmıştır...

Film diyalogsuz, 11-12 dakika civarında yani kısa film tadında, fonda film makinesinin boğucu sesi var ama izlemeye değer...Sinema teknolojisinin gelişimini görmek için ilk filmleri izlemek, bence, çok heyecan verici...

Film sahneleri tabiki de çok yapmacık, o dönemin gözleriyle bakayım dedim ama olmadı, her şey gözüme battı ama ilk elin günahı olmaz, kötü bir şey söyleyemem çarpılırım... Sinemaya katkı yapan herkese saygım sonsuz; iyi-kötü fark etmez...

Filmin sonunda bir adam kameraya ateş ediyor, sanırım filmde en dikkat çekici sahne o, şimdilerde bizi sadece gülümsetse de,  o dönemde bu filmi seyredenler eminim yerlerinden fırlayıp sağa sola kaçışmışlardır... 10/10

10 Kasım 2012 Cumartesi

Hinki Efsanesi


m.ö 20 yıllarında
frenk kralı
ulanbatır
karısını aldatmış 
kralice lanboku bunu öğrenmiş
sonra dönemin önde gelen büyücülerinden
tılsımlıgebeşe gitmiş
tılsımlı gebeş de kraliçeye aşıkmış
kraliçe ne istese yaparmış
kraliçe demiş ki ona 10 kasım 2012 de
tüm erkeklerin hinkisi kaybolacak bir büyü yap demiş
o da olmaz demiş çünkü ona aşık ya hinkisiz ne olacak
kraliçe de demiş ki herkesinki kaybolsun
bi tek seninki kaybolmasın demiş
tılsımlı gebeş de bunun üzerine kabul etmiş...

sonuç  
bugün geçmek üzere
30 dakika kaldı 10 kasımın bitmesine... :)

şehir efsanesi mi bilmem ama haberi bile olmuş işteben olsam tırsardım :)))



Kaos Teorisi

Ryan Reynol'a rağmen olmamış bir film. Dram -Romantik-Komediymiş. alakası yok...

Hayatını planlı yaşayan Frank (Ryan) birgün işe 10 dakka geç kalır ve hayatı altüst olur, önce kendini güzel bir kadınla yatakta bulur, sonra da bir hastane kayıtlarına göre baba olmuştur... Aslında safımız tamamen masumdur... Ama karısı ona inanmaz ve Frank çocuğun babası olmadığını tıbben ispatlamaya çalışır, bu arada kısır olduğunu öğrenir, 7 yaşındaki kızı kendinin değildir... En yakın arkadaşıyla karısının bir ilişkisi olmuştur... Ne kadar komik bir konu değilmi!!!

Filmden hiç hoşlanmadım, komik değildi, daha çok aksiyon vadediyordu ama film tamamen hayal kırıklığı... Bu yabancıların yozlaşmış ahlak anlayışları (karısının en yakın arkadaşıyla yatmasını affetmesinden bahsediyorum) miğdemi bulandırıyor...

Bİr de filmin puanları çok yüksek, insanlar neye puan vermiş çok merak ettim, ben buna en fazla 3/10 veririm. O da reynoldun performansına..

7 Kasım 2012 Çarşamba

Bulut Atlası- Cloud Atlas

Durun durun filme konsantre olmayın, tam film hakkında düşüncelerimi yazmaya başlayacaktım ki eşim araya girip;

"nabıyosun bu saatte yaa...?"(saat 00:10)
"yazıyorum..."
"ne yazıyosun?"
"bulut atlası hakkında yazıcam" (sinemadan çıkalı 1 saat oldu ya da olmadı :) )
"neden benim hakkımda yazmıyorsun yaa, azcık da benim hakkımda yaz, belki patlama yaşacaksın!"
"!!!"
"Ağzında kuru b.k ıslanmıyor izledin hemen yaz, hıhh ben yatıyorum..."
"!!!"

Ne patlaması olacak anlamadım ama yazayım; "benim eşim dünyanın gelmiş geçmiş eeennnn iyi eşidir, çok sevecendir, beni günde en ez iki-üç kez gülme krizine sokar, anlayışlıdır, vefakardır, hasta diye biraz başında durdum-ekstra ilgi gösterdim dün gelirken bir demet gül almış (senede iki kere gül aldığı görülmedi henüz o yüzden bu büyük jest..) çok romantikdiiirrr ;)"

Neyse filme dönelim; 

Filmi 8 kişi izledik en az 6mız beğendik, diğerleri de tereddütte kalanlar... 

Konusunu, oyuncularını hemen herkes biliyor sanırım, konusu altı hikaye etrafında dönüyor film, oyuncular birden fazla roldeler, değişik felsefeler var filmde ve oyuncular da afişte görülüyor zaten, hepsi ünlü isimler vs.

Film beni çok yordu, üç saat boyunca sonraki beş dakikayı tahmin edememek, sürekli "ya noldu şimdi bu kim, nerden çıktı, onun bunla ne bağlantısı var ki..." diyerek film izlemek beni cidden mahvetti. Şimdiki aklım olsa iş çıkışı değilde hafta sonu izlerdim kesinlikle...

Birçok filmin tanıtım kartında türü için birbiriyle alakasız bir sürü tür yazarlar, mesela komedi ve gerilim çok zıt türlerdir aslında.. Bu film içinde Bilim Kurgu,  Aksiyon,  Dram,  Gerilim,  Gizem,  KomediMacera,  Tarihdemişlerki film boyunca ayrı ayrı hepsini hissediyorsunuz...

Filmde her oyuncu bir çok karakteri canlandırmış ve ben filme gitmeden önce araştırma yapmadığım için filmi izlerken birçok oyuncunun kim olduğunu anlayamadım, yani makyajlar süperdi, bu dalda oscar banko diye düşünüyorum... 

Film ile bir eleştirim olacak; filmdeki hikayeler sıradan,vermek istedikleri mesajlar daha önce farklı filmlerde verildi,belkide daha etkili şekilde ve bu mesajlar film boyunca izleyicinin gözüne sokuluyordu, hatta birkaç kez... Film akışında karakterin aynı cümleyi (özlü mesajı) iki kere belki üç kere söylediğine şahit oluyorsunuz, o an , hah bir öncekinde mısır boğazıma kaçmıştı öksürürken kaçırmıştım, ikincide yakaladım iyi oldu diyorsunuz ama sonra durun bir dakika yaa, filmin mesaj kaygısı burda tavan yapmış, ya anlaşılmazsa diye oyuncuya tekrar mı ettiriliyor diye irkiliyorsunuz.. mesela "“The weak are meat the strong do eat.” ", gibi...

Dikkat spoiler!

Filmde en çok hoşuma giden kaderin bütünlüğüyle ilgili olan mesajıydı. İyi veya kötü davranışlarımız sadece bizim değil, dünyadaki herkesin kaderini etkileyebiliyor, bu nedense beni çok etkiledi. Bir de, bir yanda  kölelik, özgürlüğünü satın almaya çalışma gibi çarpık bir sistem diğer yanda ileri bir yüzyılda suyu çıkan daha çarpık bir sistem; insanları insanlarla beslemek, üretilmişler denen bir ırk yaratıp insanların hizmetine sunmak... Kölelik bunun yanında çok masum bir sistem değilmi... Bu aralar okuduğum kitapda da (Incarceron) aynı konu var, hapishanede mahkumların bazılarının geçmişi-aileleri yok, ölen mahkumlardan elde edilen organik bir maddeden üretiliyorlar...vs. Tesadüf oldu ama bu sapkın düşünce beni çok rahatsız etti, acaba gerçekten bir yerlerde çılgın bir bilim adamı bunun üstündemi çalışıyor?

Filmde oyuncuların farklı karakterleri canlandırmasına bayıldım, Tom Hanks'e bayıldım, ihtiyarların huzurevi maceralarına bayıldım, filmin başlarında sinir bozucu bir yazarın balkondan atıldığı sahneye bayıldım, şu yenen sabun dehşet verici, ama fikre bayıldım...

Filmi nete düştüğünde birkez daha izlemeyi düşünüyorum, çünkü bir kerede tam anlamıyla anlaşılacak gibi değil...

Imdb:8.4
sinemalar:7.4
ben:8.0

Bu arada filme gitmeyi düşünenler karakterleri tanımak açısından aşağıdaki resimlerin üzerinde biraz çalışsın derim ;)