13 Aralık 2013 Cuma

Kayıplarda ben...

Geçen aylarda Eylül'de yapraklar dökülürmüş diyerek yazdığım bir yazı vardı, içimden kopan, etimden kopan, canımı yakan şeyler vardı,modum öyleydi...

Sonra olursa ekime olmazsa... modundayım," hayat senden bıktım! " diye içsel çığlıklar atıyorudum. 

Kasım geldi herşey boka sardı, işimde sıkıntılar başladı, elimden alınan projeler, elime tutuşturulan projeler, herşeye yeniden başlamak, yeni oda, yeni oda arkadaşları vs... Ha bide bu tutmuş bu pişirmiş oyununda benim bir şeyleri tutmam ve başkalarının yemesi var! 

Yüksek lisansın haftamın dört gününü yemesi ayrı bir drama!

Çok bunalıyorum çok! Uzun zamandır yazmıyorum, doğru düzgün film izlemiyorum, izleyemiyorum vakit yok çünkü... En son "Ateşi Yakalamak" ve " Düğün Dernek" denen filmleri sinemada izledim, ikisine de bayıldım. 

Yılbaşı geliyor, artık heyecanlanamıyorum bile. Eskiden olsa biricıt cons gibi liste yapardım ve hiçbirini uygulamazdım şimdi ona bile üşeniyorum. 1 Aralık dedimi yılbaşı bileti almaya başlardım, o kadar erken alınca daha uzun süre hayal kurmaya fırsatı oluyo insanın ama bu sene onu bile yapmadım. 

Hayattan istediğim herşey için yırtınmam gerekiyor, hiçbirşey kendiliğinden olmuyor, hatta olmasını istemediğim şeyler oluyor. Neden??

Şu bunalık moddan bi çıkayım yazmaya dönmek istiyorum, bir sürü dedikodu birikti;)

24 Eylül 2013 Salı

Eylül'de yapraklar dökülürmüş...


Dökülen sadece yapraklar olsaydı keşke, ruhumdan birşeyler eskilmeseydi keşke...

Bir cümlede iki keşke fazla değil mi?
Fazla...

Son dönemde çok fazla film izlememekle birlikte izlediklerim arasında;

  • Fanaa var, beğenmedim, hint aksiyonu Aamir Khan'a rağmen olmamış, sıktı...5.5/10 
  • Star Trek var ki bu filme bayağı fransızım, izledim ama daha önce yıldız savaşlarına ilgim olmadığından izlemiş olmak için izlediğim bir film olarak kaldı...6.0/10
  • Korku Seansı- the Conjuring var, azcık gerildiğim ama artık belkide yaş itibariyle korkmadığım türler arasında fena sayılmayacak bir film...6.0/10
  • Arınma Gecesi dersek, konu harika ama kurgu berbat, bu film serisi çekilebilecek bir konuya sahip ama o kadar saçma yerlere bağlanıyor, o kadar basit çekimler kullanılmışki insanın ben bile daha iyisini çekerdim demesine neden oluyor...5.0/10

Arada izlediğim filmler vardı ama o kadar uzun süredir yazmıyorum ki blogumu açarken şifremi bile yanlış girdim, onu bile unutmuşum...

Yaprak dökülmesi ve Eylül, benim için hüzündür, kışı sevmem, üşümeyi sevmem, havanın erken kararmasını sevmem, kış gelsede kardan adam yapsam kartopu savaşı yapsam diye heveslenenlerden değilim, hele ki sabah karanlıkta uyanmaktan nefret ederim ama bugün öyle bir karanlıkta uyandım, belkide bu saatte bunları yazmamın nedeni sabah karanlığa uyanmak zorunda olmamdır... Bu aralar işlerim çok yoğun, bunalmış durumdayım. Haftasonu küçük bir kazada kafamı yardım, günlerdir saçımı yıkayamıyorum, mutsuzum... 

Duygusal olarak delirmiş durumdayım, ya çok mutlu olmalıyım ya da çok mutsuz, ama karar veremiyorum...

21 Ağustos 2013 Çarşamba

İçimdeki Yangın (Incendies-2010)

1+1 ne zaman 1 eder?

Yaklaşık 140 dakikalık film senaryosu ile dikkat çekici, kurgu inanılmazdı hiç sıkılmadan izledim. Bittiğinde ekrana bakakaldım, kulağımda filmin müzikleri pek çok sahneyi tekrar yaşadım zihnimde. 9/10, 9 verirdim çünkü her ne kadar senaryoda izleyiciyi vurdukları nokta etkileyici olsa da farklı senaryolarla başka filmlerde bu şoku yaşadım ben, her şeye rağmen çok beğendim...

Bundan sonrası filmi izlemek isteyenler için tehlikeli... Dikkat Spoiler içerir....

Biri kız diğeri erkek olan ikizlere annelerinin son vasiyeti; "babanızı ve kardeşinizi bulun", "ben sözümü tutamadım, beni kefensiz yüzüm toprağa, sırtım dünyaya bakar şekilde gömün, ne zamanki babanızı ve kardeşinizi bulursunuz o zaman güneşe bakan bir mezar taşı koyarsınız mezarımın başına..."

İkizler babalarını bulmak için Ortadoğu'ya giderler ve bu yolda kendi geçmişlerini, annelerinin kara bahtını ilmek ilmek çözerler. Bilmedikleri çok şey vardır... Anneleri, kabul görmeyen aşkı, aşkını kaybedişi, oğluna sahip çıkamayışı, intikam almak için yaptıkları, hapishane günleri ve Kanada'ya ikizleri ile kaçışı... Yıllar sonra sıradan bir günde sıradan bir mekanda oğlunu tanıyışı... Sonra tepetaklak olan dünya...

1+1 ne zaman 1 eder ki ? 2 etmesi gerekmez mi? Filmde bazen etmediğini izliyorsunuz. Bir kadının başına gelebilecek en acı şey bu olmalı diyeceksiniz, peki bir erkek için ne kadar ağır bir travmadır bu! İzleyip görmek gerek... 

Savaşın insanları insanlıktan çıkardığı gerçeğini gözler önüne seren bir film olmuş. Müzikler ise film kadar başarılı, filme müziklerle başlıyorsunuz, görüntü akıyor ama sadece o müzikler... Duyduğunuzda kanınız çekilmeye başlıyor, ben çok etkilendim...

20 Ağustos 2013 Salı

Asla Pes Etme (2008) - Gelecekteki Sevgilim (2011)

Canı sıkılanlara, uyku altı film arayanlara iki tane film önerim olacak;

Asla Pes Etme, orjinal adı Never Back Down

2008 yapımı Jeff Wadlow'un yönetmenliğini yaptığı film Amerikan Pastası serisinin yandan çakması gibi, aynı şeklide bikinili güzel kızlar, yakışıklı erkekler, hepsi zengin, havuzlu kocaman evler ve lise yılları... Kendi lise dönemimi düşünüyorum da ne kadar farklı, ne kadar masum! bizler ÖSS'ye çalışan kapıcı bebeleri gibiyiz bunların yanında... Neyse, işte dediğim gibi tam bir sıradan gençlik filmi, tek fark bu liseli gençler arka bahçelerinde dövüş organize ediyorlar, en sağlam çocuk aynı zamanda en popüler çocuk oluyor, filmde aynı zamanda bir "Gossip Girl" havası var. Eğer bi köşede sessizce birini tartaklayım derseniz yandınız, herkesin elinde bir kayıt cihazı hoooop youtube'dasınız, dövseniz de dövülseniz de tıklanırsınız...

O semte taşınan yeni çocuğun problemli bir aile hayatı vardır, en popüler çocuğun sevgilisine aşık olunca önce dayak yer, sonra içine Bruce Lee kaçmış iri bir arkadaştan eğitim alır ve gider intikamını alır. Hepsi bu kadar işte. 6/10 (çok bile verdim)

Gelecekteki Sevgilim,orjinal adı: My Future Boyfriend
Bu üstteki filmden daha absürd, daha boş bir film, gelecekte bir yılda arkeolog bir aşk kitabı bulur, aşkın ne olduğunu araştırmaya karar verir, kendi yüzyılında aşkın bir karşılığı yoktur, O da 2011'e gelir ve kitabın yazarından aşkın ne olduğunu öğrenmeye çalışır, farkında olmadan yazara aşık olur. Filmde hoşuma giden tek nokta gelecek yüzyıllarda mükemmel toplum yaratma çabasının bazı insani duyguları söndürdüğünün vurgulanmasıydı... Gerisi kuru romantik komedi. Bu konunun içi daha dolu bir filme renk katacağını düşünüyorum, tek başına yavan kalmış... 5/10

19 Ağustos 2013 Pazartesi

Bay Hiçkimse (Mr.Nobody-2009)

Bu aralar çok özel filmler izliyorum, (çok özel biri hayatımda olduğu için) Bu da geçen gün izlediğim  "Black" gibi çok ama çok anlamlı izlemeyenlerin çok şey kaybedeceği bir film.  İzlemeye karar verirseniz ve konuyu bilmeyi sıkıntı etmezseniz postumu sonuna kadar okumanızı tavsiye ederim çünkü filme farkındalığınız artacak ve bence daha çok zevk alacaksınız, neyse ben bi yazmaya başlayım çünkü uzun sürecek;

Hayatta yaptığımız seçimlerin bizleri nerelere götüreceğini bilsek fena olmazdı dimi, yani geleceği görebilsek... 2009 yapımı, türü Dram/Bilimkurgu/Romantik (ilk defa böyle bir üçlü görüyorum) olan izlerken anlamak için bayağı çaba sarf ettiğim bir film bu, üstelik tam 2 saat 21 dakika sürdü. 


Filmde Nemo adlı bi çocuk var, bu çocuk milyonlarca spermin en hızlısı ve en ballısı, çünkü "Unutuluş" melekleri onun dudaklarına dokunup unutmasını sağlamadılar, unuttular, kendi anne ve babasını seçen Nemo birde geleceği görebilme yeteneğiyle doğar, anne baba seçimi aşağıda;



Öhö öhö bu konuda yorum yapmıycam, anne iyi hoş da, neyse yine dayanamıyordum, kapattım...

Nemo 9 yaşına geldiğinde anne ve babası ayrılmaya karar verir, Nemo ya babasıyla kalacaktır ya da annesiyle trene binip gidecektir. Geleceği görebilen Nemo bir karar vermeden önce bütün olasılıkları incelemeye karar verir, kendisini en fazla mutlu edecek yolu seçmek ister, her seçenekte hayatına 3 kızın girme ihtimali vardır, kızlar;


Jean-Elisa- Anna
İşte Nemonun seçenekleri;

1. Babasıyla kalır;
    
   
a. Nemo Elisaya aşık olur, ancak Elisa başkasına aşıktır, Nemo buna çok kızar, hırs yapar, Jean ile tanışır, evlenir, çok zengin olur, çocukları olur, her şeyi vardır ancak mutsuzdur...

Bir gün Daniel Jones denen bir adam zannedilir ve öldürülür... Mutsuz Son!


b. Nemo Elisaya aşık olur, Elisa başkasına aşıktır, Nemo herşeye rağmen onunla evlenmek ister, evlenirler...
Elisanın psikolojik sorunları vardır, Nemo her şeye rağmen onu sevmeye devam eder, iyileştirmek için elinden geleni yapar ancak Elisanın doğuştan gelen korkuları onu karanlığa daha çok çeker, ailesine zarar vermemek için evi terk eder. Mutsuz Son!

c.  Elisa ile evlenen Nemo köprüden arabayla geçerken önlerindeki tankerin patlaması sonucu Elisayı kaybeder, ona verdiği sözü tutmak için Mars'a gider ve Elisanın küllerini Mars'a savurur. Dönüşte Anna ile karşılaşır ancak iki yabancıdırlar, tam konuşmaya başlayacakken meteor yağmuru sonucu uzayın derinliklerine doğru patlar giderler... Mutsuz son!

2.  Nemo peronda koşar koşar ve annesinin elini tutar, onunla gider...

Bir gün sahilde yanına bir kız yaklaşır; Anna... Birilikte yüzelim der, ancak;

a.   Nemo, Anna'nın arkadaşlarını kast ederek "ben salaklarla yüzmem!" der ama Anna üstüne alınır, buna bozulur ve gider... Nemo mutsuz yine. Mutsuz Son!

b.   Nemo dürüstçe yüzme bilmediğini söyler ve Annanın yanında kalmasını sağlar, birbirlerine deli gibi aşık olurlar... Taki Nemo'nun annesi aşık olduğu adamı Nemo ile tanıştırana kadar her şey yolundadır.Çünkü Anna o adamın kızıdır. Aynı evde yaşamaya başlarlar, bu durum Nemo ve Anna'nın aşkını güçlendirmiştir. Aile durumu öğrenince ayrılırlar,Anna babasıyla New York'a gider ve böylece koparlar... Nemo yıllarca onu arar... Bir gün tesadüfen birbirlerini bulurlar, Anna bir kağıda numarasını yazar ve gider, ancak dünyanın öteki ucunda işe gitmeyen bir işçinin kaynattığı yumurtanın buharı yüzünden iklimde minnacık bir değişiklik sonucu NewYorka yağan sağnak yağmurda tek bir yağmur damlası Anna'nın numarasını silmeye yeter... Nemo günlerce deniz fenerinde Anna'nın gelmesini bekler ancak gelmez...

Bunların dışında 3. bir yol vardır...

Satrançtaki "Zugzwang" hamlesi gibi, yani hamle yapmamak gibi... Nemo ikisini de seçmez, toprak yola döner ve koşmaya başlar, bir yerde durur ve yerden bir yaprak alır, onu havaya uçurur, kelebek etkisi başlar, o yaprak yıllar sonra Anna'nın deniz fenerine gelmesine yol açar... Mutlu Son!

Aşağıdaki film karelerine bakacak olursanız aslında filmin bu kadardan ibaret olmadığını göreceksiniz, filmin zaman ve uzay üstüne inanılmaz teorileri var, film 2092 yılı ile 2009 yılında geçiyor yani bir gelecek bir geçmiş
derken bayağı başınız dönecek. Gelecekte 117 yaşında olan Nemo, yaşayan son ölümlü olarak bütün dünyanın ilgi odağıdır, herkes onun hikayesini merak etmektedir, ancak onun anlattıkları hiç de mantıklı değildir, kimse hangi hayatı yaşadığını anlayamaz, ama son sözleri onu ele verir "Anna"
Yönetmeni: Jaco Van Dormael, oyuncular Diane Kruger, Jared Leto, Juno Temple, Sarah Polley... Müzikler etkileyici...

Her gün onlarca karar alıyorum, onlarca hareketim, davranışım, sözüm var... Bunların bir yerlerde birinin hayatını cehenneme çevirdiğini bilmek istemezdim sanırım... ve zamanın geri akmasını asla!
10/10

17 Ağustos 2013 Cumartesi

Çok Özel Bir Film "BLACK"

İzlediğim en etkileyici filmlerden ama yazmaya başlayamıyorum bir türlü, sanırım yarım saattir ekrana bakıyorum, sol tarafa koyduğum film afişine... 

"Herkesin alfabesi a,b,c,d ile başlarken senin alfaben B.L.A.C.K ile başlıyor, bunu bilmen lazım..." diyerek başlayan ve biten bir dram filmi...

2 yaşında geçirdiği bir hastalık yüzünden hem sağır hem kör kalan Michelle hayatı tanıyamadan sonsuz bir karanlığa gömülmüştür. O karanlıkta hiçbir duyguyu, hiçbir nesneyi,hiçbir kelimeyi öğrenememiştir. Davranışları bir hayvanın içgüdüleri gibi vahşidir. Onu içinde bulunduğu karanlıktan aydınlığa çıkaracak olan Sahai ömrünü Michelle adar ve ona hayatı dokunarak öğretmeye başlar... Eğitim şekli aileye aşırı gelsede Michelledeki gelişim onları da umutlandırır. İlk öğrendiği kelime hayatın başlanğıcı "Su" dur... Yıllar geçer, Michelle normal öğrencilerin gittiği üniversiteye kabul edilir, öğretmeni Sahai hep yanındadır, dersleri onun yardımıyla anlamaya çalışır, ancak dersleri geçmeyi başaramaz. Sahai başarısızlığı kabul etmez, birlikte bir hayal kurarlar, Michelle bir gün o üniversiteden mezun olacaktır...Yıllar geçer, Michelle hala üniversiteyle mücadele etmektedir, Sahai yaşlanmıştır ve artık alzheimer hastası olmaktadır, küçük kardeş Sara evlenme telaşındadır ve fiziksel-ruhsal aşk duygusu yani Michelle'nin hiç yaşayamayacağı duygular onu depresip hale sokar, bu durum Sahai ile onun arasını açar... Tekrar yıllar geçer, Sahai karanlığa düşer bu kez ve karanlıktan aydınlığa ışık tutma sırası bu kez Michellededir...


Detaylı yazdım sanırım, ama zaten filmde sürprizler yok, baştan sonu tahmin edilesi ama izlemek lazım, ağır temposuna rağmen sıkılmadan izlemek lazım... Belki bu aralar modum ağlak o yüzden pekçok sahnede gözümden yaşlar aktı , belki her ne kadar aksiyoncuyum ben desem de dramdır benim tarzım, belkide bu dram izlediğim en etkileyici dramdı bilmiyorum ama film bittiğinde kesinlikle içimde bir şeyler değişmişti... 

 
Oyuncular, Rani Mukherjee (Michelle), Amitabh Bachchan (Sahai), Ayesha Kapoor (genç Michelle), üçününde oyuncuları oscarlıktı...

Film 2005 Hint/Amerikan yapımı, 122 dak. sürüyor, o 122 dakikada size kör ve sağır bir genç kızın duygu sömürüsü değil, karanlıktan aydınlığa çıkmayı başaran bir kızın dramını izliyorsunuz...

Filmle ilgili yorumlara bakarken filmin çekiminin 7 sene sürdüğünü öğrendim, bazı dış çekimlerde kar yağıyordu, o sahneler için gerçekten kar yağması beklenmiş bunun için tam 3 yıl beklenmiş, pek çok sahne tekrar tekrar çekilmiş, gişe kaygısı olmadan, insanların acıma duygularına basmadan mükemmel kurgulanmış, insan böyle filmleri izledikten sonra iki ayda çekilen Türk filmlerinden nefret ediyor, diyalogları boş, konusu birbirinin aynı, insanda sadece tiksinti uyandıran Türk filmlerinden... Yönetmeni, senaristi ve yapımcısıaynı kişi,Ona büyük saygı: "Sanjay Leela Bhansali"

"Bir masal kahramanı" tanıyorum, tartışmasız hayatıma giren en sarsıcı kişi, her konuda kapısını çaldığım, bana klavuzluk eden... Hatta ne zaman "hadi bana bir film tavsiye et hemen izlemeye başlıycam" desem nefes almadan bana cevap verebilen tek kişi, sanki aklında benim için bir listesi var, sorsada söylesem diye bekliyor gibi... Bu akşam cevabı "BLACK" idi. Hani erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer derler ya, filmmanianın kalbine giden yolda filmlerden geçiyor, işte o yüzden diyorum beni kalbimden vurdun...10/10

13 Ağustos 2013 Salı

Elysium: Yeni Cennet ve Dünya Savaşı Z

Elysium: Yeni Cennet
Şuan vizyonda, oyuncuları süper, senaryo tanıdık ama kurgu süper ama berbat bir son, daha fazla ne söylenebilir ki... 

Yıl 2154 insanlar çook zenginler ve geri kalanları diye ikiye ayrılmış. Zenginler kendine Elysium denen bir cennet inşa etmişler gökyüzünde ve orada yaşıyorlar,hastalık yok, yaşlanmak yok, hatta bir bomba yüzünüzün yarısını götürse bile saniyeler içinde iyileşiyorsunuz. Fakirler ise kaynakları tükenmiş dünyada yaşam mücadelesi veriyorlar, her fırsatı değerlendirip Elysium denen cennete gitmeye kalkışıyorlar. Ancak savunma bakanı Jodie sert biri, Cennete yaklaşanı uçuruyor havaya... İşte böyle bir atmosferde fakir Matt radyasyondan zehirlenir ve iyileşmek için tek şansı Elysiuma gitmektir, bunun için her yolu dener...

Sonunu beğenmedim aslında sonun bir kısmını beğenmedim, şöyle ki eğer sonunda bütün dünyayı Elysiuma taşıyacak olsalardı komple saçma derdim ama sonunda sadece tıbbi yardım araçlarını dünyaya gönderip hasta insanlara yardım ettiler, yani madem o kadar seyyar hastaneniz vardı neden baştan insanlara en azından bu kadar yardım etmediniz, bunu yapsalar insanlarda ikide bir Elysiuma hücum etmezlerdi...

Neticede güzel bir aksiyon filmiydi, vakit geçirmelik... 6/10

Dünya Savaşı Z
Brad Pitt'in hem yapımcı olduğu hemde başrol oynadığı film çok ama çok vasat. Yapmış olmak için yapılmış bir film ama o kadar çok türevi var ki üstelik çok ama çok kaliteli, Dünya Savaşı Z onların yanına bile yaklaşamaz, örneğin "Maymunlar Cehennemi", "28 Gün Sonra" vs...

Yine kaynağı bilinmeyen bir hastalık ve yine zombilere dönüşen insanlar... Filmin amacı neydi bilmiyorum ama ben beğenmedim, çok boş geldi, imdb'den o kadar puanı nasıl almış anlamadım...5/10

12 Ağustos 2013 Pazartesi

filmmania öneriyor... 3 film birden ;)

Donnie Darko (Karanlık Yolculuk-2001)
Bilimkurgu-Dram türünde ilk izlendiğinde insanı ne bu pöf triplerine sokacak çook yavaş ilerleyen bir film... Aksiyon sevenlerin özellikle uzak durmasını tavsiye ederim, peki ben neden izledim? Tavsiye filmlerimden biriydi ve sonunu görmem gerekiyordu...

Donnie bir gece  "uyan" diye seslenen tavşan görünümlü bir yaratık tarafından uyandırılır ve bir seçim yapar, tavşanın peşine düşer ve gece karanlıkta bilmeden ilerler, sabah kendini bir golf sahasında bulur, evine döndüğünde yatağına uçak motoru düştüğünü görür, tavşan onun hayatını kurtarmıştır, ayrıca tavşan Frank ona hayatımızda  yaptığımız tüm seçimlerin anlamsız kalabileceği bir sır verir; 28 gün 6 saat bilmem kaç dakika ve saniye sonra dünyanın sonu gelecektir... Sonraki süreçte Donnie okuluna gelen yeni kızla aşkı tadacak, bazı platonik aşklar yaşanacak, eğitim sisteminin çarpıklığına göndermeler yapılacak, meyve veren ağaçlar taşlanacak, günlük hayatta yaşadığımız pek çok sıkıntı hafif bir meltem esintisi gibi filmde işlenecek... Filmin sonunda ise Donnie geri dönüp yaptığı tek bir seçimden vazgeçecek ve çevresindeki herkesin yaşamı değişecek, yeni seçimler doğacaktır... Filmi izlerken konusuna bu düşünceler etrafında baktığınızda zevk alıyorsunuz ama dediğim gibi film çok yavaş ilerlediği için, eğer konusunu önceden okumadan izlerseniz sıkılabilirsiniz... Filmin pek çok filme ilham verdiğine eminim, sadece bu nedenle bile kült filmlerden biri kesinlikle...7/10

Talaash-2012
Aamir Khan dönemi başlattım kendimde, daha önce başka filmlerini de izledim, 3 Idiot hala damağımda kalmış süper bir tat! Hint filmlerine bakış açımı değiştiren bir müthiş bir aktör...

Talaash onun son filmlerinden, filmde Aamir bir polis memuru, eşiyle sıkıntılı bir dönemden geçmektedir. Bir gün bir araba denize uçar dosya kapanır ancak Aamir dosyayı bir türlü kapatamaz, aklına takılanlar vardır... Bir fahişe ile yolu kesişir ve dosyada başka hiçbir polisin ulaşamadığı bilgilere ulaşır. Hayatı değişir...

Filmde detaya girmeyim çünkü çok sürpriz var, filmi müthiş yapanda bu zaten, Aamir'in oyunculuğu, filmin konusu, kurgusu insanı izlediği pek çok Türk filminden nefret ettiriyor. İnsan hayatında en az bir tane Aamir Khan filmi izlemeli...8.5/10

Bu arada Aamir Khan'ın bir filimini daha izledim, adını Yerdeki Yıldızlar sanıyordum ama değilmiş, bir siteden online izlemiştim, adı farklı içeriği farklıymış, şimdi izlediğim o filmin gerçek adınıda bulamıyorum, müthiş bir filmdi, aslında başroldeki Aamir Khan mıydı emin değilim. Konusu otistik birinin (hastalığı bu da olmayabilir) "saf sevgiyle" başardıklarını anlatıyordu...9/10 verirdim...

The Betrayed (İhanet-2008)

Tek mekan filmlerime bir yenisini daha ekledim, tahmin edileceği gibi gerilim türünde, konu olarak benzerlerini çok gördük, aldatılan bir eşten bilgi almaya çalışan bir grup, grubun başında arabesk bir lider, güzel mi güzel bir rehine... Rehinenin en zayıf noktası yan odada tutulan şeker hastası olan oğlu... Yine aynı şeyler işte... 5/10 ama sıkılmadan izlediğimi de itiraf etmeliyim, boş zamanlarda düşünülebilir bir film...

2 Ağustos 2013 Cuma

-Wolverine-

Logan yani Wolverine, X-Men karakterlerinin kuşkusuz en çok sevilen karakteri. Sadece Volverin karakterini anlatan bir film çekileceğini duyduğumda inanılmaz heyecanlanmıştım, uzun zamandır bekliyordum ve nihayet o gün bugündü, işte bu ölümsüz karakterin onurlandırılması gerekiyordu ve yapıldı da... Böylece Hugh Jackman pek çok kişiye nasip olmayan, çok sevilen bir karakterle adını tarihe yazdı...

Filmi izlemeden önce yorumlara hiç bakmadım, ön yargılarla izlemek istemedim, her şeye rağmen bazı aksiyon sahneleri (tren sahnesi gibi) zorlama gelse de genelde filmden çok memnun ayrıldım. Jean'in ölümünün Volverin üstündeki etkisinin film boyunca işlenmesi bence çok güzel bir ayrıntıydı, özellikle ölümsüzlüğün bir adama aşk yüzünden bu kadar acı verebilecek olmasının bu şekilde kurgulanması bana çok romantik geldi...

Filmi hala izlememiş olanlar varsa bende uyarımı yapayım, film bitti diye hemen çıkmayın pişman olursunuz çünkü iki yıl sonrasını gösteren kısa bir video göreceksiniz. Minicik bir ipucu: devam filmin adı Magneto olacakmış ;) 8.5/10

27 Temmuz 2013 Cumartesi

Koloni-2013

Jeff Renfroe'nin yönetmenliğinde gerilim/bilimkurgu tarzında benzeri çoook yapılmış sıradan bir aksiyon filmi. Başrolde Laurence Fishburne'nin olması filme kesinlikle değer katmış, diğer oyuncular onun yanında figüran gibiydi. 

Konusu, bir gün kar yağmaya başlar ve yıllarca durmaz, konuyu anlatmaya bu şekilde başlayınca sanki romantik bir film girişi gibi oldu ama tabiki de değil, dünya iklim felaketi sonrası buzul çağına döner, kar aralıksız yağar ve her yeri kaplar. İnsanlar yer altına iner, nesillerini devam ettirebilmek adına her şeyi yaparlar ama herşeyi... Film sıradan olarak değerlendirilebilir ancak sıkmayan temposuyla izlenmeye değer. Dikkatimi çeken ve filmde çok beğendiğim; bir tohumun bile aslında ne kadar çok değerli olduğu, güneşe bile sahip olabilirsin ama bir tane tohumun yoksa açlıktan ölmeye mahkumsun...

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Sihirbazlar Çetesi-Now You See Me

Louis Leterrier'in 2013 yapımı gerilim türündeki filmini iki gün önce Armada/Ankara'da izledim. Vizyondan tamamen kalkmadan izlediğim için çok memnunum, çünkü sinemada izlenesi bence aksiyon türünde eğlenceli bir film...

Baş roldeki Morgan Freeman, Mark Ruffalo, Dave Franco gibi isimler var. Konusu, yetenekli bir grup sihizbazın gösteri esnasında kendilerinden kilometrelerce uzakta bir bankayı soymaları neticesinde FBI ile olan maceralarını anlatıyor. Bunu anlatırken filmde insanı rahatsız eden şeyler var, bir sahnede inanılmaz sihirizliyorsunuz hemen akabinde sihrin arka planı veriliyor ve bütün büyü bozuluyor, belki bu kadar açıkça "biz bunu böyle yaptık" demeselerdi film daha etkileyici olabilirdi. Filmde sevmediğim ikinci şey Interpol ajanı hatunla bizim FBI ajanı arasındaki çekim, yani ne gerek vardı iki ajanı birbirine aşık etmeye, aşk filmi değil ki bu! Sıradan gibi görünen ama şaşırtıcı bir sonu olan, herşeye rağmen oldukça hızlı bir tempoda ilerleyen, orjinal adı "Şimdi beni göreceksin" olan film için 7.0/10 hakkıdır...

19 Temmuz 2013 Cuma

Acı Reçete-Side Effect-13

Başrollerinde Channing Tatum, Jude Law, Catherine Zeta-Jones ve Rooney Mara olan 2013 polisiye/dram/gerilim türünde ilginç bir film. İlginç dedim çünkü filmin sonu bende şok etkisi yaptı, yavaş temposuyla tam kapatıp başka film mi açsam diye düşünürken birden allahım noluyor deyip ekrana kitlendiğimi hatırlıyorum...

Konusundan çok bahsedip sürprizleri bozmak istemiyorum, izlememiş olan pek çok kişi vardır diye düşünüyorum, kısaca filmde bir psikiyatrının verdiği ilaçların yan etkisi olarak başı belaya karışan bir kadının daha sonra adaletle mücadelesi gibi görünüyor, ilaç şirketlerinin hasta insanları nasıl laboratuvar faresi gibi kullandıkları gerçeği işleniyor gibi görünüyor daha bir çok şey "... gibi" görünüyor ama final bambaşka... 

Bence başarılıydı, psikolojik gerilim sevenlerin seveceği bir film olmuş. Jude Law var filmde daha ne olsun zaten ;) 7.5/10

15 Temmuz 2013 Pazartesi

Bir eski bir yeni film önerisi...

Önce eski olan;
"SE7EN"
Brad Pitt'in Brad olmaya başladığı film denebilir sanırım 96 yapımı müthiş bir aksiyon, 2013de bloguma konu oldu çünkü ilk defa bir solukta izledim. Diğer başrol Morgan Freeman, ilk başta aaa ne kadar gençmiş bu filmde deme ihtiyacı hissediyorsunuz ama aslında adam bir gram yaşlanmamış, maaşallahlarım ulaşsın ona lütfennn, çok büyük bir oyuncu...

Filmde iki dedektif bir seri katilin peşine düşer, şimdilerde çok sıradan bir konu, belki o zamanda öyleydi ama kurgu müthiş, öyle detaylar var ki bu filmi izlemeyen biri bundan sonra çekilen filmlerde gördüğü bazı sahnelerden sonra o filmlere tapabilir ama aslında se7en'dan çakma sahnelerdir onlar, nerden mi biliyorum? kendimden... Se7en'ı izledikten sonra "Saw" serisi büyüsünü yitirdi gözümde, konu iki takla attırılmış aynı, gerilim sahneleri fazlasıyla esinlenilmiş falan filan...

Aslına bakarsanız film çok ağır bir tempoda ilerliyor, sürekli yağmurlu bir şehir sanki her köşe başında heran bir cinayet işlenebilirmiş havası ama kesinlikle sıkıcı değil, emekliliği gelmiş yaşlı bir dedektif ve bir çaylak...

Dinsel temalı filmleri sevmeme rağmen rahatsız olmadan izleyebildiğim ender filmlerden. İncildeki 7 ölümcül günah (1.oburluk 2.açgözlülük 3.tembellik 4.öfke 5. kibir 6.şehvet 7.kıskançlık ) çerçevesinde bir katil bu günahları işleyen insanları öldürür, izlerken katile hak verirseniz katil amacına ulaşmış oluyor, amacı kendini taklit edecek insanların çıkması...

Sonu çok duygusal biten aksiyon-gerilim tarzındaki bu filmi bana yeniden izletene sevgiler;) başarılı bir filmdi. 9/10

Yeni filmimiz;
"ZOR KAZANÇ"
Dikkat bu bir yaşanmış hikaye...

Dwayne Johnson'ın yılı bu yıl sanırım o kadar çok filmde gördüm ki!

Filmde Lugo ve arkadaşları vücut geliştirme salonunda çalışırlar, büyük kasları yanında büyük amerika rüyaları vardır, çok zengin olmak için çok ileri gitmeleri gerekmektedir, giderler. Zengin bir hedef seçerler ve sahip olduğu her şeyi ele geçirmek için inanılmaz bir plan uygulamaya başlarlar. Film komedi-aksiyon tarzında izlenesi. Ancak daha eğlenceli türevlerini izlemiştim,, o yüzden 6/10

1 Temmuz 2013 Pazartesi

Aşk Limanı-Safe Haven

Geçmişinden kaçan bir kadın küçük bir kasabaya gelir, iki çocuklu dul bir adamla tanışır ve aşkı yeniden keşfeder. Ancak kaçtığı geçmişi peşini bırakmaz.

Sonuna kadar gizemini koruyan bir film, içinde sıcacık bir aşk hikayesi var, her şey dozunda iki saate yakın sürüyor ancak sıkmıyor...

Sevdiğim dizilerden sevdiğim karakterler vardı filmde, o yüzden sevdim... Kötü karakter (David Lyons) çok başarılı. Her şey iyi hoş da son sahnede iyi çocuk kötü çocuğu biraz hırpalasa da sevdiği kızı söz verdiği gibi korumuş olsa film benim açımdan süper olacaktı... 

Filmin sonu ise bana cevap verir nitelikteydi, "aksiyon filmi değil bu cicim, romantik film!" sonu çok etkileyiciydi, tutuyum kendimi anlatmayım da izleyin...Puanım:6.5

30 Haziran 2013 Pazar

Yeryüzündeki Son Aşk- Perfect Sense

Daha önce salgın hastalık konulu film izlemişsinizdir, ama böylesini değil. Benim ilk aklıma gelen "28 gün sonra" dır, çok etkilenmiştim o filmden, bu filmde de konu benzer, insanlar bir şekilde zombi gibi oluyor, duygusuz, vahşi... Ama bu filmde bir şeyler daha etkileyici, bütün o vahşilik o kadar soft anlatılmışki sanki  kalbinizi sıkan bir çift el var, onlar ağladığında ağlamak istiyorsunuz ya da onlar çıldırdığında çıldırmak. Belki izlediğim mod çok kırılgandı, belki de zaten duygusal olarak yıpranmıştım, zayıftım bilmiyorum, çok etkilendim filmden ve tek başıma izlediğim için kendime kızdım. Sürekli şimdi yanımda biri olsaydı da sarılsaydım, içimi sıkan ellerden onun sayesinde kurtulsaydım, beni teselli etmesine izin verseydim, bunun sadece bir film oluğunu bana sürekli hatırlatsaydı diye düşündüm...

Konusu; insanlar birbir beş duyusunu kaybediyor, ilk olarak büyük bir kedere boğuluyorlar ve devamında koku  alma duyularını yitiriyorlar, sonra tad alma böylece anıları silikleşiyor, süt kokusunun bize annemizi hatırlattığını vurguluyorlar gibi... Devamında şiddetli bir öfke ve duyma yeteneğinin kaybolması. İnsanlar ne kadar kaosa sürüklense de bir şekilde hayatlarına devam etmeye çalışıyorlar, yeni durumlarına uyum sağlamaya çalışıyorlar. Film bu şekilde devam ederken aşçı Michael ve doktor Susan büyük bir aşkla bağlanıyorlar, duyularını kaybetseler de birbirlerine tutunuyorlar... 

Susan (Eva Green) hep sıradışı filmlerde izlediğim birisi, daha önce hiçbir filminde onu bu kadar beğenmemiştim...

Herkese hitap etmeyecek bir film kesinlikle, konusunu okuyup kapatan çok olacaktır, bence duygusal anlamda çok doyurucu bir film, tabi izlediğimiz modda önemli, puanım 7/10.

28 Haziran 2013 Cuma

Vampirle Görüşme-Interview with the Vampire: The Vampire Chronicles

Vampirli filmler ve diziler hakkında genel görüşüm bellidir, true blood saçmalığından sonra vampires diaries ilaç gibi gelmişti, alacakaranlık serisinin pabucu direk dama gitmişti. Bu film ise izlediğim tüm o filmlerin atası gibi. 94 yapımı bu filmde öyle detaylar var ki sonraki yıllarda çekilen tüm vampirli filmlerde etkisini görebilirsiniz...

Filmi özel yapan başrıldeki oyuncular kuşkusuz;        ... Sırf onlar için bile izlenesi bir film, oyunculuklar inanılmaz, tabi filmde göze batan, inandırıcı gelmeyen sahneler var, örneğin havaya uçtukları sahneler gibi, nerdeyse bellerindeki halatlar görünecek sanıyorsunuz ama yıl 94 yaklaşık 20 yıl öncesi, böyle düşününce film muhteşem oluyor...

Konu olarak da bildiğimiz pek çok vampirli filmden ayrılıyor. İnsan bir aşk hikayesi arıyor filmde, ama izleyicinin gözüne sokulan hiç bir duygu yok, Louis'in vicdan durumları hariç...

Anne Rice'nin romanından uyarlanan bu filmde; Louis (Brad Pitt) eşini dolayısıyla yaşama sevincini kaybetmiş bir gençtir, Lestat (Tom Cruise) onu keşfeder ve Louisin acılarına son vermek adına onu vampire dönüştürür, ona vampir olmayı öğretmeye çalışır, ancak Louis susuzluğunu gidermek için insan öldürmeyi reddeder, yolları ayrılır ama defalarca da kesişir... 

2013de izlemiş olmasam çok etkileneceğim bir filmdi, vampirli filmlerde başrol oyuncuları çok yakışıklı olmalı diye bir kural yok ama hep öyle seçilir ya bu film bu konuda kesinlikle zirvede, oyuncular gelecekte nerelere geleceklerinin sinyallerini vermiş resmen...

Her şeye rağmen puanım 6/10

16 Haziran 2013 Pazar

İyilik Bul İyilik Yap

Bu kadar eski ve kült olmuş bir filmi bu tarihte izliyor olmam utanç verici olsa da hiç izlememiş olmaktan iyidir sanırım...

Yeni ortaokul öğretmeni ilk dersinde öğrencilerinden bütün dönem devam ettirmelerini istediği bir ödev verir, "dünyayı değiştirecek bir düşünce..." tirevır 3 kişiye iyilik yapar ve onlardan başka 3 kişiye iyilik yapmalarını ister, böylece zincir genişler. Konu bu kadar sade iken, öğretmenin ve tirevırın ailesinin durum detayları çok iyi kurgulanmış. Bunların dışında bir gece arabasına başka bir araba çarpan ve bunun sonunda arabasız kalan bir karakter (gazeteci) var, saygın bir avukat ona arabasını (jaguar) hediye edince olayı araştırmaya başlar... Film ne kadar ütopik olursa olsun kesinlikle etkileyici, oyuncular zaten çok başarılı, hala izlemeyen varsa izlemesi gereken bir film...

Puanım7/10

9 Haziran 2013 Pazar

İnci Küpeli Kız

 Bir gün bir yarışma proğramında 15binlik soru olarak karşınıza çıkar, iki gün sonra bir arkadaşınız "aaa sen o filmi izlemedin mi bide kendine filmmania diyorsun, hıhh..." der ve meraktan oturup izlersiniz... Sonra.... :) zamanı geri almak istersiniz... Ömrümden boşa giden 1sa35dk...

Olayın özü bu kadar kısa olsa da biraz filmden bahsetmek istiyorum. Tracy Chevalier'in romanından uyarlanmış bu film aslında Hollandalı ressam Johannes Vermeer'in "inci küpeli kız" adlı tablosunun hikayesi imiş. Filmde kızımızı Scarlett Johannson oynamış, güzelliğini ve tablodaki kıza benzerliğini bir kenara koyarsak oyunculuğu çok vasattı. E.T gibi donuk bakışlarına uyuz oldum. Neyse, hikayede kız (Griet) ressamın evinde hizmetçi olarak işe başlar. Ressamın zengin yakın arkadaşı ondan kızımızın tablosunu yapmasını ister, yani kıza göz koymuştur pis herif. Zamanla ressam ve kız arasında bir etkileşim olmaya başlar. Ressamın karısı çok kıskançtır ve türlü sebeplerle kavga çıkarır. Bu arada inci küpeler ressamın karısına aittir. E yani kadın kavga çıkarmada haklı dimi...

Filmde hoşuma gitmeyen bir sürü duygunun havada kalması, belkide birçok kişinin bu filmi favori filmi yapmasının nedeni budur, bilmiyorum, ama ben hizmetçiyle ressamın sürekli bakışmasından, tesadüfen ellerinin dokunmasından birbirlerine derin derin bakmalarından sıkıldım, insan bir noktadan sonra "e hadi artık..." diyor... Puanım:5/10 

7 Haziran 2013 Cuma

Acil Arama-The Call 2013

5 Temmuzda vizyona girecek süper bir film tavsiye etmek istiyorum, tarih 5 Temmuz ancak nette bulmak mümkün. Psikolojik gerilim tarzında Halle Berry'nin başrol oynadığı ABD yapımı bir film.

Özetle; Jordan (Halle Berry) 911 çalışanıdır, birgün merkezi arayan gençbir kız evine birinin zorla girdiğini ve hayatının tehlikede olduğunu söyler, Jordan polis ekipleri kızın evine ulaşana kadar katili oyalamaya çalışır ancak başarısız olur ve kız öldürülür, Jordan bu olayı atlatamaz, geri ekibe çekilir. 

6 ay sonra,

Jordan iş arkadaşına gelen bir çağrıya cevap vermek zorunda kalır ve sahaya geri döner, o çağrıda başka bir genç kız yardım istemektedir, Jordan kızın yerini tespit onu kurtarmak için mücadele vermek zorunda kalır. Buraya kadar konuyu çok anlattım sanmayın, anlattıklarımı ilk 10 dakikada izleyeceksiniz zaten, asıl film bundan sonra başlıyor...

Son dönemde izlediğim ve gerçekten keyif aldığım çok başarılı bir filmdi. Sonunda eşimle fikir ayrılığına düştük, o edene ettiğini tattırmak lazım diye düşünse de ben sonunu çok dozunda buldum. (daha fazla spoiler vermeden bu kadar anlatabildim, izleyenler ne demek istediğimi anlayacaktır...)

Konusu sıradan olsa da kurgu çok sağlam olduğu için izlenesi bir film, sinemaya gitmeye gerek var mı? bence yok, keyifli seyirler, puanım:7.5

31 Mayıs 2013 Cuma

Uzun Hikaye

Uzun zaman olmuştu bir filmde yutkunamadığım... Öyle sahneler vardı ki içime oturdu, dram filmlerinde ne kadar başarılı olduğumuzu unutmuşum. Filmin bu kadar etkileyici olmasında Kenan İmirzalıoğlu'nun payı büyük kuşkusuz. Rolüne o kadar iyi oturmuştu ki o rolde başka birini hayal edemiyorum. Diğer oyuncular onun yanında çok amatör kalmışlar. Osman Sınav'ın yazıp yönettiği bir film, pek çok eleştirmen "yeni bir babam ve oğlum etkisi" yorumunu yapmışlar, bence bir tık daha ileri...

Filmde Bulgaristan göçmeni Ali sevdiği kızı kaçırır, sonrasında hem onun abilerinden hemde her gittiği yerde haktır-özgürlüktür söylemlerinden dolayı başını belaya soktuğundan aynı yerde uzun süre kalamazlar. Ali ve ailesinin uzun hikayesi bir istasyonda başlıyor ve film yine bir istasyonda bitiyor. Cuma namazını kaçırmayan sosyalist lakaplı Ali ömrünü bir kadına adıyan, genç yaşında dul kalmasına rağmen başka hiçbir kadınla birlikte olmayan bir adamdır ve okumamış olmasına rağmen, yaşadığı onca kötü olaya rağmen kendini yetiştirmeyi bilmiştir. Bir uzun hikaye biter ve diğeri başlar...

Son dönemde izlediğim en güzel aşk hikayesiydi, karakterleri, senaryoyu, müzikleri hepsini sevdim...7/10

29 Mayıs 2013 Çarşamba

Her şey normal

Beni kimler sarsın, avutsun şimdi...

İçimde sakladığım acılarım var, kimseyle paylaş(A)madığım sırlarım...

Kırıldığım anlar var, bazen olmadık yerde, olmadık zamanda, sıradan insanlara...

Öfkeliyim, o kadar ki Hulk gibi kendimi kaybedip canarvarlaşmam lazım, kırıp dökmem lazım, öfekimi bir yerden çıkarmam lazım, ya da oturup saatlerce ağlamam lazım...

Biliyorum, neden bahsettiğim konusunda bir fikriniz yok, ne olduğunu anlatamam, ya da beni neyin tetiklediğini...

Yazmak istediğim ama yazamadığım duygularım var...

Bu hayattan öğrendiğim bir şey var: "Her şey normal" Bu da şarkısı...
Buda sözlerinin bir kısmı "Hepimiz en az bir kere çok eğleniyorum taklidi yapmadık mı? 
Her şeye dışardan bakıp içerdeymişiz gibi kahkaha atmadık mı? 
Hepimiz en az bir kere çok seviyorum taklidi yapmadık mı? 
Eski bir yüzü unutmak için yeni yüzlere bakıp pişman olmadık mı? 

Günahsız hayat var mı? 
Hatasız biri var mı? 

Her şey normal 
Hepsi normal bu hayatta 
Anladım "

28 Mayıs 2013 Salı

Kod Adı Olimpos

İşte klasik bir "Amerikanın kendi Egosunu Pohpohlama filmi" daha. Benzerlerini farklı aktörlerle izlemiştik, bunda da Gerard Butler gibi müthiş bir oyuncuyla izlemek çok keyif vericiydi. Aksiyon türünde sıkılmadan izleyebileceğimiz bir olmuş ama içi o kadar boştu ki sırf Butler ve Freeman için izlemeye değer miydi tartışılır...

Amerikan kabusu (beyaz sarayın düşmesi) gerçek olur, koreli bazı tipler ellerinde ağır silahlarla beyaz sarayı ele geçirip başkanı rehin alırlar. Bazı istekleri vardır (her zaman bir istekleri olur ya öyle işte), ancak başkan büyük harflerle "AMERİKA TERÖRİSTLERLE MÜZAKERE ETMEZ!" diyerek bağırır ve şöyle demek ister "ulan seyirci o kadar bağırdım yırttım bi tarafımı bu filmden almanız gereken ilk mesajdı..." Ok sör aldık, koyduk cebe... Film bunun gibi bir çok klişe repliklerle doluydu... Sürekli bir biz Amerikayız vurgusu, yenilmeyiz, mücadele ederiz, filmin sonunda kazanan biz oluruz falan da filan...

Filmde beyaz sarayı işgal eden onlarca insan var, hatta bir sahnede bunların çekik gözlü liderleri bizim Butler'a şöyle hava atıyor "...benim bu işi tamamlayacak kadar çok adamım var (yani istediğin kadar öldür demek istiyor)" ancak filmde bizimki toplasak 20 kişiyi ya öldürüyor ya öldürmüyor, eee nerde o kadar terörist?? Bu biiiir. Sonra ortalığı karıştıran bir uçak varki o uçak beyaz sarayın dibine kadar nasıl girebiliyor, özellikle 11 Eylül olaylarından sonra bu konuda daha hassas bir politika izliyor olmaları lazım, olaya faklı bir senaryoyla başlamaları lazımdı bu ikiiiii. Daha saysam çok var ama geneline bakmak istiyorum. Kafamı dağıtmak için izlediğim bir filmdi, önemli olan aksiyon sahnelerinin kalitesiydi ki bu konuda haklarını teslim edicem, beğendim... O kadar eleştirdim evet ama ben aksiyon seven biriyim o yüzden puanım:6

Kafa dağıtmak demişken bugün bir kitap aldım, James Dean'nin hayatını anlatan bir kitap, neden? Bilmem...

26 Mayıs 2013 Pazar

Anne-Mama 2013

Anne ve babalarının öldüğü gün ormanda kaybolan biri 3 diğeri 1 yaşındaki kız kardeşler amcalarının uzun süren aramaları neticesinde 5 yıl sonra bulunurlar. Amcaları kız arkadaşıyla birlikte ebeveyn rolüne soyunur ancak kızların durumu çok da kolay değildir. 5 yıl yaban hayatından sonra normal hayata ayak uyduramazlar. Bu arada terapilerine devam eden doktor kızların hayali bir annelerinin olduğunu keşfeder ve bunun üzerine gider. Hayali anne gerçekte neyin nesi kimin fesidir? :P 

Bir kaç sahnesinde gerildiğimi itiraf etmeliyim ancak daha kötü gerilim filmleri de izlediğim için bunu ortalama bir şey saysak fena olmaz...

Başrolde game of thronesden tanıdığım Nikolaj Coster vardı, ancak oldukça pıspıs bir karakterdi, daha güçlü bir amca karakteri filmi daha etkileyici yapabilirdi... Puanım:6 yani izlenesi... 

21 Mayıs 2013 Salı

Eğitim üzerine kısa bir hikaye

Bugün okumaya başladığım bir kitaptan alıntı yapmak istiyorum.
Leo Buscaglia'ya ait olan kitabın adı: "Sevgi"

"Öğrenimle ilgili beni her zaman eğlendiren çok güzel küçük bir öykü vardır. Öykünün adı Hayvanlar Okulu'dur. Bu öyküyü anlatmayı her zaman çok severim. Çünkü öylesine yabanıl ve gerçektir ki... Eğitimciler de yıllardır bu öyküye gülerler ama kimse bu konuda bir şey yapmaz. Öyküde bir gün ormandaki hayvanlar bir araya gelmiş ve bir okul kurmayı kararlaştırmışlardır. Bir tavşan, bir kuş, bir sincap, bir balık ve bir yılanbalığı okulun öğrenim kurulunu oluştururlar. Kurulda tavşan öğrenim planında koşmanın yer almasında ısrarlıdır. Kuş da uçmanın programda bulunmasını savunur. Sincap dikene tırmanmanın ve balık ise yüzmenin planda yer almasında ısrarlıdır. Bütün bunlar bir araya getirilir ve öğrenim planı hazırlanır. Şimdi hepsi tüm hayvanların bu derslerin tamamına devam etmelerini isterler. Sonunda bu da olur. Tavşan koşmada A derecesini alırken ağaca tırmanma onun için gerçek bir sorun olur. Sürekli arkaya doğru yuvarlanmaktadır. Kısa sürede beyni hasara uğrar ve iyi koşamaz olur. Koşmada A derecesi alacağına bu kez C'de kalır kuşkusuz ağaca tırmanmada her zaman F notu almıştır. Kuş her zaman uçuşta çok iyi dereceler yapmaktadır, oysa toprakta tünel kazmaya gelince işleri iyi gitmez. Sürekli gagası kırılır ve kanatları kopar. Kısa süre sonra o da uçmada C notu alır. Zaten tünel açmada derecesi hep F'de kalmıştır. Ayrıca ağaca dikine tırmanmada da çok kötü anlar yaşamıştır. Bu öykünün ana fikri, sınıfta her şeyi yarı yarıya başaran geri zekalı bir yılanbalığının birinci olduğu şeklindedir. Oysa, öğrenim yaptıranlar durumdan hoşnut ve mutludurlar. Çünkü herkes her derse devam etmiş, bu da geniş tabanlı öğrenim olarak adlandırılmıştır. Biz buna güler geçeriz. Oysa gerçekte yapılan da budur. Tüm çabalarımız herkesi diğerlerine benzetmeye yöneliktir. Ve kişi kısa süre içinde yöneticileri memnun etmenin öğrenim alanında başarıyı getireceğini öğrenir... "

Bize yapılan tam da bu değil mi!? Hiç bir konuda uzman olamayan, (güya) eğitimli cahiller...

Bir arkadaşımın tavsiyesiyle okumaya başladım, henüz 60lardayım, kitabın genelinde bu tarz küçük hikayeler var sanırım, insanı sıkmayan, sıradan ama sıcacık...

15 Mayıs 2013 Çarşamba

Nerelerdeyim?

Buralardayım tabiki de, sıla'nın dediği gibi "kafa nereye ben oraya" diyecek bir lüksüm (g.tüm) yok, sıradan hayatımı sadece daha dolu dolu yaşıyorum. Daha önce bahsetmiştim sanırım yüksek lisansa başladım, hafta içi bütün akşamlarım kitlenmiş durumda.
 Ne bir arkadaşımla buluşabiliyorum ne de kendime vakit ayırabiliyorum. Geçen ay Maria V. Snyder'in Zehir Ustası isimli kitabını okumaya başladım, konusu çok ilgimi çekmişti,çok da güzel bir kitap ama bir ayda 100 sayfa anca okuyabildim! Son aylarda deli gibi film izlerken, nete giremediğim zamanda izlediğim film sayısı bir elin parmakları kadar ya var ya yok... Bu durumun tek nedeni tabiki de sadece okul hayatının eklenmesi değil. İş ortamım altüst durumda, kocaman bir projenin sorumluluğunu üstüme bırakıp giden iş arkadaşlarım var, tam işler hızlanmışken, yurtiçi-yurtdışı görevler gelmeye başlamışken işde tek başıma kaldım. Hergün firmaya toplantıya gidiyorum, bir dünya sorumluluk alıyorum, adım memur üstelik, akşama kadar kıçının üstünde oturup gazete-kitap okuyanlarla aynı parayı alıyorum, bide adam yerine konsam gam yemeyeceğim... Neyse iş hayatımda karışık yani...

Diğer taraftan ev almak üzereyiz, sürekli bankaya kredi için koştur, bir yandan tapuya koş, aklımda daha süratli beyin fırtınası yapıp birçok şeyi eş zamanlı ayarlamaya çalışmaktan elim yüzüm hatta kıçım sivilce içinde (biraz abartılı mı oldu ne :P)

Neyse diğer tarafta sempatik kadındoğum uzmanını ziyaretlerim tekrar başladı, onun stresi hepsinin üstünde mahvediyor beni. En son geçen Kasım ayında gitmiştim, çocuğumuz olmuyor diye isyanlarda olduğumu görünce beni azarlayıp geri göndermişti, mayısta hala bebek olmazsa o zaman senide eşinide kurcalarım ama şimdi eve gidin adam gibi sevişin diye nasihatta bulunmuştu, eh söyleneni yaptık o zaman ama bugün aylardan Mayıs ve bebek yok, adamda bizi bugün itibariyle kurcalamaya başladı, işte olan tam da bu! C.tesi küçük bir operasyonla renkli boyayı basıp tüplerimi tıkalıysa açacakmış, sancılı bir işlemmiş o yüzden uyutacaklarmış, neyse uyutsunlar canı kıymetli biriyim ama inşallah para konusunda uyutmazlar. 580TL imiş, duymayanlar duyanlara duyursun... Tamda ev almaya çalıştığımız dönemde süper hissettirdi...!

Okulda iki sınav atlattım, en düşük puanı ben aldım, neden acaba :P Bir ALES atlattım ki sonucunda rezil olmak var, sonraaa geçen hafta bir düğün atlattım, bu kafayla ankaranın bağlarında oynamak nasıl bir his tahmin edemezsiniz, en kötüsü bu haftasonuda bir düğün var...

Neyse adım filmmania benim adıma yakışanı yapayım:

Sinemada 3 tane birbirinden mükemmel film izledim, (konu özetlerini beyazperde.com'den aldım)
ilki ;

Konusu:"Askeri bir yönetim biri Jack adında deneyimli bir askeri , insanoğlunun bir zamanlar "Dünya" diye adlandırdığı terk edilmiş bir gezegene keşif için yollar. İnsanlığın büyük yok oluştan önce nasıl koşullarda yaşadığını araştırmakla dahası yaşayan her hangi bir canlı olup olmadığını bulmakla görevlidir. İnsanlığın bir zamanlar yuvası olan Dünya gezegeni birtakım uzaylı canlılar tarafından işgal edilmiştir ve gezegende hala varlıklarını sürdürmektedirler. Jack tüm bunları araştırmakla görevliyken, karşısına hiç beklenmediği sürprizler de çıkacaktır... 
Tron filmi ile tanıdığımız yönetmen Joseph Kosinski'nin yönettiği film, yönetmenin kendi çizgi romanından sinemaya uyarlandı. Kıyamet sonrası bir kurguya sahip olan filmin kadrosunda Tom Cruise'un yanı sıra Olga Kurylenko, Andrea Riseborough, Nicolaj Coster-Waldau, Melissa Leo ve Morgan Freeman yer alıyor..."
Filmde Tom Cruice'nin olması benim için yeterli bir izleme nedeni. Ki şimdiye kadar hiç pişman olmadım. Kurgusu, oyuncuları, ve görsel efektleri ile izlediğim unutulmaz bir aksiyon filmi oldu...Puanım: 8.0

İkinci filmimiz: 

Konusu:"1974 yılında, Texas'ta küçük bir kasabada yaşayan genç Sally, kenti yerle bir eden ve arkadaşlarını öldüren Sawyer çetesinden kurtulabilmeyi başarır. Bu olaydan uzun yıllar sonra, hiç tanımadığı büyük annesinin kendisine bir malikaneyi miras bıraktığını öğrenen Heather Miller, evi görmek üzere arkadaşlarıyla birlikte bir yolculuğa çıkar. Heather arkadaşları Nikki, Ryan ve Kenny ile yoldan aldıkları otostopçu Darryl ile birlikte malikaneye varınca, oldukça zevkli ve zengince döşenmiş bir evle karşılaşırlar. Heather mirası ancak satmama koşuşuyla devralabilecektir ve büyükannesi yazdığı bir mektuptaki talimatlara uymak zorundadır. Ev tüm ihtişamına karşılık terk edilmiş gibidir ancak rutubetli bodrum katında var olmaya devam eden dehşet tüm diriliğiyle onları beklemektedir...
John Luessenhop tarafından yönetilen Texas Chainsaw Massacre 3D, The Texas Chainsaw Massacre geleneğini sürdüren altıncı film olurken, 1974 yılında çekilen orijinal filmin sonrasında yaşananları konu alıyor. Filmin oyuncu kadrosu ise Alexandra Daddario, Dan Yeager, Trey Songz, Scott Eastwood, James MacDonald ve John Dugan gibi genç isimlerden oluşuyor."
Alanında benim için bile klasik bir film seviyesindeydi, yani filmi sevdim ancak türevlerini çok izlediğim için çok çok etkilenmedim, Belkide bu tarz filmlerden çok şey beklemek yanlış, neticede boş zamanlarda eğlencelik bir film, puanım:7.0

Son filmim, sona sakladım çünkü en son onu izledim ve benim kahramanım o; "Tony Stark",hayali bir hahraman en fazla bu kadar sevilebilir sanırım, o bir Iron Man!
Konusu:"Milyarder iş adamı, kahraman ve mucit Tony Stark, bu sefer gücü ondan çok daha fazla, hatta sınırsız bir düşmanla karşı karşıya kalıyor. Üstelik bu düşman, o çok sinirlendirecek bir hamle yaparak özel hayatını yok ediyor. Stark şimdi bu olayların kaynağını araştıracağını zorlu bir mücadeleye giriyor. Fakat en yakınlarını korumak için zekasının ve cesaretinin yanı sıra içgüdülerine de ihtiyacı var. Stark'ın bu savaşında kafasında dönüp duran soru ise belki de tüm olayların en can alıcı yanı: Adam mıdır kıyafeti kıyafet yapan yoksa kıyafet midir adamı adam yapan?
Yarattığı alaycı karakterlerle hayran kitlesini geliştiren Robert Downey Jr.'ı dördüncü kez Tony Stark olarak izleyeceğimiz filmin yönetmenliğini ise Shane Black üstleniyor. Filmin çekimlerine Kuzey Carolina eyaletinin Wilmington kentinde gerçekleştirilen filmin senaryosu ise Drew Pearce'e ait. Downey Jr.'a Gwyneth Paltrow, Don Cheadle, Jon Favreau, Ben Kingsley, Guy Pearce, Rebecca Hall, James Badge Dale ve Ashley Hamilton isimleri eşlik ediyor."
Bu film hakkında birçok kişinin eleştirisini okudum ve bazı noktalarda onlara katılsamda (ki burda olumsuz hiçbirşey yazmıycam) filmin büyüsüne o kadar kapıldım ki film bittiğinde sinema salonundan çıkmak istemedim. orda geçirdiğim 130dak. beni çok farklı bir dünyaya götürdü, geri gelmek istemedim, çok beğendim. Aksiyon-bilim kurgu tarzında film sevenlerin kaçırmaması gereken, mümkünse sinemade izlemesini tavsiye edeceğim bir film olmuş.Puanım:9.5