25 Mart 2013 Pazartesi

Aşk Seansları

38 yaşında yatalak bir adamın gerçek hikayesi bu. Küçük yaşlarda çocuk felci geçirmiş ve ailesi onu bakım evine bırakmak yerine kendi hayatlarından vazgeçip ona hayat vermişler. Ama artık onlar da yoktur ve Mark hayatta tek başınadır... Bakıcıları olur, onlarla güzel arkadaşlıklar kurar, zekidir, şiir yazar... Ama hayatında birşeyle eksiktir, kadınlarla hiç ilişkisi olmamıştır, bakirdir...Kilise rahibi ve terapistinin desteklemesiyle Cherly  isimli profosyonel "seks vekili" ile tanışır. Cherly (Helen Hunt) ile seanslar ilerledikçe aralarında garip bir etkileşim olur, duygusal ve samimi...

Bedensel engellilerin hayatlarını kolaylaştırmak adına yapılanları(!) düşününce bunun yanında ne kadar yüzeysel şeyler olduğunu düşünüyorum. Bu çok farklı, çok sıradışı bir bakış açısı... Bu pekçok insan için ya ayakta alkışlanacak ya da yerin dibine sokulacak bir film, arası olamaz...

Filmde bir sahnede rahip evlilik dışı bu ilişki karşısında Markın durumunu göz önüne alıp onun kocaman bir istisnayı hak ettiğini düşünür ve hatta yaptığı şeyden dolayı onu desteklediğini belirtmek için şöyle der:"Gördüğüm kadarıyla inançsız insanlar arasında dahi cinsel hazzın en yaygın ifadesi: Ah Tanrım!" Mark bütün ömrünü yatalak geçirmesine rağmen inançlı biridir... Pek çoğumuz hayatımızdaki en ufak aksilikte isyan bayrağını çeksek de Mark'ın kendi inancına göre sürekli kiliseye gitmesi rahipten nasihatler alması inanlmazdı... Burnunda sivilce çıkınca eve kapananların özellikle izlemesi gereken bir film, şükretmek için...

Film tabuları yıkan inanılmaz bir dram ama ailecek izlenecek türden değil, +18 sahneleri çok fazla, ama abartılı değil, Helen Hunt inanılmaz bir oyuncu ve tabiki John Hawkes de öyle... Film bittiğinde o kadar çok yazmak istiyordum ki ama şuan bütün isteğim kaçtı, nedeni filmi izlerken içime çöken hüzün, kalbimin sıkışması, hayatımda gerçek bir Mark'ın olması...

Mark'ın yazdığı bir şiirle bitsin bu post:""Özel biri için olmayan aşk şiiri'' 
İzin ver dokunayım sana kelimelerimle çünkü ellerim boş eldivenler gibi hareketsiz. 
Bırak saçlarını kelimelerim okşasın; yavaşça insin sırtından aşağıya ve karnını gıdıklasın. 
Çünkü ellerim, hafif ve tuğlalar gibi düşer bıraktığından, dileklerimi ciddiye almaz ve büyük bir inatla reddederler en derin tutkularımı gerçekleştirmeyi. 
Bırak meşaleler taşıyan kelimelerim aklına girsin. 
Onları kendi isteğinle benliğine al ve seni okşasınlar hafifçe, içerden...
Mark O'Brien"

Puanım:8.5

3 yorum:

  1. Güzel filme benziyor izleyim bende.:))

    YanıtlaSil
  2. Hayatimda gercek bir mark in olmasi ?????????

    YanıtlaSil
  3. Afişte Shameless'in Frank'ini görüp "izlemeliyim" diyip sonra unutmuştum bu filmi. Hatırlattığın için teşekkürler canım :)

    YanıtlaSil

hey sen! okuyup geçme,yorumunu miras bırak bana...